Pazarlamanın yeni yüzü mü, kimliğin krizi mi?
Artık CEO’sundan üniversite öğrencisine, girişimcisinden serbest çalışana kadar herkes bir “kişisel marka” yaratma telaşında. Sosyal medya hesaplarımız portföyümüz; attığımız tweet’ler, LinkedIn paylaşımlarımız, Instagram’daki hikâyelerimiz birer reklam panosu gibi işliyor. “Hepimiz birer markayız” mottosu, iş dünyasında kişisel pazarlamanın yeni mantrası olmuş durumda. Ancak bu mottonun altını biraz kazıdığımızda, karşımıza dijital bir kimlik krizinin izleri çıkıyor. Pazarlama mantığıyla bireysel kimliğin iç içe geçmesi, hem profesyonel duruşumuzu hem de kişisel sağlığımızı tehdit eden bir hâl alabiliyor. Peki bu sürecin sonunda ne kazanıyoruz, ne kaybediyoruz?
Kişisel markalaşma, doğru kullanıldığında bir bireyin iş yaşamındaki fırsatlarını artıran değerli bir araçtır. Özellikle girişimciler, danışmanlar ve yaratıcı sektör profesyonelleri için tanınır olmak, güvenilir görünmek ve dijital varlıklarını profesyonelce yönetmek büyük önem taşır. Ancak burada kritik bir ayrım var: Kendimizi ifade etmekle, kendimizi sürekli “pazarlanabilir” kılmak arasında ince ama hayati bir fark bulunuyor. Bugünün dijital ortamında, bir LinkedIn paylaşımı yalnızca kariyer gelişimimizi değil, “nasıl algılandığımızı” da belirliyor. Bir Instagram postu, sadece kahve zevkimizi değil, sosyal statümüzü de temsil ediyor. Böylece içerik üretmek, yerini “etkileşim üretmeye” bırakıyor. İnsanlar artık ne düşündüğünü değil, neyin daha çok beğeni alacağını paylaşıyor.
Markalaşma dili, pazarlama iletişiminin doğası gereği hedef odaklıdır. Ancak bu dil birey........
© Analiz
