İşgal altındaki Batı Şeria: Filistin toprakları kimlere, kim tarafından, nasıl satılıyor?
Filistin toprakları gönüllü olarak mı yoksa İsrailli yerleşimcilerce zorla mı alınıyor? El konulan Filistin toprakları kim tarafından, kimlere satılıyor? Avrupa'nın en büyük medya gruplarından birisi olan Alman Axel Springer'in bu süreçteki rolü ne? Alman yasaları ne diyor? İnsan hakları avukatı Robert Grabosch, Batı Şeria'daki toprak gasplarını AA Stratejik Analiz’e anlattı.
***
Batı Şeria'daki işgal altındaki topraklarda yerleşimcilerce bazı gayrimenkul satışları gerçekleştirildiği biliniyor. Avrupa'nın en büyük medya gruplarından Axel Springer'in bu süreçteki rolüne dair de Almanya'da bir soruşturma talebi bulunuyor. Bu talebe konu olan yerleşimler kimler tarafından inşa ediliyor, satışlarda hangi yöntemler kullanılıyor?
Ben Almanya, İsrail ve Filistin’den 10’dan fazla avukattan oluşan bir ekibin parçasıyım. Söz konusu şikayetle birlikte Batı Şeria’daki bazı Filistinliler ve onların yaşadığı üç köy tarafından Almanya’da bir soruşturma talebi sunuldu. Şikayette, Alman medya grubu Axel Springer'ın bir iştiraki aracılığıyla, yerleşimcilerin Filistinlilere ait arazilerin satışına imkan tanıyan çevrimiçi bir platform işlettiği söyleniyor.
Batı Şeria'daki yerleşim hareketi, İsrail'in 1967’de Filistin topraklarını işgal etmesiyle başladı ve o tarihten bu yana devam ediyor. Bu yerleşimler, uluslararası hukuka göre Filistin’e ait olan işgal altındaki topraklar üzerine, İsrailli yerleşimciler tarafından kurulan konut alanlarıdır. Ağırlıklı olarak İsrailli yerleşimciler tarafından kurulan yerleşimleri, İsrail hükümeti, sübvansiyonlar, altyapı yatırımları ve askeri koruma gibi yollarla doğrudan destekliyor. Ayrıca, aralarında yabancı bağışçıların da bulunduğu özel kuruluşlar, yerleşim faaliyetlerinin finansmanında önemli rol oynuyor. Bazı yerleşimciler, İsrail yasalarına göre bile yasa dışı sayılan "karakollar" kurarak bağımsız hareket ediyor ve bu yapılar zamanla resmiyet kazanıyor. Arazilerin el değiştirmesi ise genellikle "güvenlik gerekçesi" gibi iddialarla meşrulaştırılan kamulaştırmalar yoluyla gerçekleşiyor.
Toprak edinimini ve yerleşimlerin genişlemesini meşrulaştırmak için karmaşık hukuki mekanizmalar devreye sokuluyor. Yerleşimlere gerekçe olarak da çoğunlukla ideolojik veya dini iddialar öne sürülüyor. Pek çok yerleşimci, kutsal metinlere dayanarak bu topraklar üzerinde ilahi ya da tarihsel bir hakka sahip olduklarına inanıyor. Bazılarıysa bu yerleşimleri, İsrail'in güvenliği açısından zorunlu veya daha büyük bir ulusal projenin parçası olarak görüyor. Ancak tüm bu anlatılar, nesiller boyunca bu topraklarda yaşamış Filistinlilerin haklarını bütünüyle görmezden geliyor.
Filistinliler topraklarını kendi istekleriyle mi terk ediyor yoksa baskı mı görüyor? Topraklar nasıl el değiştiriyor?
Elde ettiğimiz güçlü kanıtlar, Filistinlilerin topraklarını kendi rızalarıyla terk etmediğini açıkça gösteriyor. Tam aksine, yasal manevralar, fiziksel şiddet ve idari kısıtlamalardan oluşan sistematik bir baskıyla zorla yerlerinden ediliyorlar. Bu zorlamanın arkasında birden fazla mekanizma bulunuyor. Örneğin, İsrail makamları bazı arazileri "askeri bölge" ya da "doğa koruma alanı" ilan ederek kamulaştırıyor ve ardından bu toprakları yerleşimcilere tahsis ediyor. Aynı şekilde, güvenlik gerekçeleri veya yalnızca yerleşimciler için inşa edilen yollar gibi altyapı projeleri bahane edilerek de el koymalar gerçekleşiyor. Yerleşimciler ise sıklıkla yıldırma, mülk tahribi ve fiziksel şiddete başvuruyor. Bu saldırılar, İsrail makamları tarafından çoğu zaman soruşturulmuyor.
Ayrıca, Batı Şeria'nın tamamen İsrail kontrolündeki C Bölgesi'nde yaşayan Filistinliler, son derece kısıtlayıcı idari uygulamalara maruz kalıyor. İnşaat izni almak neredeyse imkansız, izinsiz yapılan yapılar ise İsrail yetkilileri tarafından yıkılıyor. Filistinlilerin tarım arazilerine erişimi de sık sık engelleniyor ya da kısıtlanıyor. Yerleşimciler, özellikle kültürel açıdan büyük önem taşıyan zeytin ağaçlarını hedef alıyor ve yok ediyor. Buna ek olarak, hareket özgürlüğü de ciddi şekilde sınırlandırılmış durumda. Kontrol noktaları, barikatlar ve yalnızca yerleşimcilere açık yollar, Filistinli toplulukları birbirinden koparıyor; insanların tarlalarına, okullarına, hastanelere ve iş yerlerine ulaşmasını engelliyor. Bu izolasyon, ekonomik zorlukları derinleştiriyor ve birçok ailenin göç etmek zorunda kalmasına neden oluyor.
Filistinlilerin topraklarını gönüllü olarak sattığı ve İsraillilerin toprakları satın alma yoluyla ele geçirdiği yönünde tarihsel bir iddia var. Bu ne kadar doğru?
Açık konuşmak gerekirse, bir Filistinlinin isteyerek toprak sattığı iddiası (geçmişte ya da bugün) bu son derece karmaşık olan durumu fazlasıyla basitleştirmekten başka bir şey değil. Gerçekte yaşananlar; sömürgeci yapılar, ekonomik baskılar ve sistematik şiddetle şekillenmiş bir sürecin parçası. Bugün Batı Şeria'da gerçekleşen mülk edinimleri, artık yasa dışı işgalin doğrudan bir uzantısı haline gelmiş durumda.
Dördüncü Cenevre Sözleşmesi'nin 49. maddesi, işgalci bir gücün, kendi sivil nüfusunu işgal altındaki topraklara transfer etmesini açıkça yasaklıyor. Buna ek olarak, 1953 tarihli bir Ürdün yasası da Batı Şeria’daki arazilerin Arap olmayanlara satışını yasaklıyor. Ancak İsrail, 2024 yılının Ocak ayında bu yasağı yürürlükten kaldırmayı hedefleyen bir yasa tasarısı sundu ve tasarı, şüpheli satışların ve mülkiyet sahtekarlığının önünü daha da açma riski taşıyor. Ancak bir işgal gücünün kendi yasaları, işlediği toprak gasbını meşrulaştıramaz. Uluslararası Adalet Divanı da 2024 tarihli........
© Anadolu Ajansı Analiz
