Kurtlara yedirilmeyecek mirasın peşinde: Alev Alatlı
Şair ve Yazar Dr. Celal Fedai, Alev Alatlı'nın duruşunun Türkiye için önemini ve romanlarıyla benimsediği duruşu AA Analiz için kaleme aldı.
***
Haluk Dursun Hoca, rahmetli olmadan önce yaptığı son konuşmasında "Fırat'ın, Karasu'nun, Aras'ın çocuklarını çakallara bırakmama" sorumluluğundan bahsetmişti. Türkiye’nin tarihi kaderinin yaşanan zamandaki dirliği açısından çok önemli bir beyandı bu. Bir entelektüelin en temel niteliği olan sorumluluğunun beyanı. Geçen yıl aramızdan ayrılan Alev Alatlı’nın tüm yazma eyleminin de ifadesi bana kalırsa. Bir entelektüelin kendine, milletine, insanlığa ve elbette inancına karşı sadakati. Bu yüzden Alatlı’nın 1993’te yayımlanan "Valla Kurda Yedirdin Beni" romanının adını aldığı türküye yaptığı göndermeye şaşırmıyoruz:
"Giderem Vanʼa doğru
Yolum Revanʼa doğru
Kes başım kanım aksın
Kıymet bilene doğru
Vur beni kanım aksın
Her gelen bana baksın
Dost der ki yazık yazık
Düşman der ki canı çıksın
Hu meni hurda meni
Koydun çukurda meni
Sadıklığın bu muydu
Yedirdin kurda meni"
Alev Alatlı, alıklaştırıcı popüler müziklerle milletimizin kulağından nasıl hasta edildiğini pek sık vurgulardı. Türküleri bir ecza olarak görürdü. Fakat asıl meselemize bakalım: Nedir bu kurda, çakala yedirilmek meselesi? Bu Erzurum hoyratı, "Oğul!" seslenişiyle başlıyor ve oğuldan sadıklık bekleniyor. O olmayınca da akıbet "kurda yedirilmek" oluyor. Haluk Dursun ve Alev Alatlı, sadıklardan olarak milletimizin birliği, dirliği için söz alıyorlar. Biri, Kürt ve Türk kardeşliğinin sorunlarla boğuşturulmak istenmeye başlandığı erken bir zamanda, 1993’te; diğeri, neredeyse otuz sene sonra Fırat’ın, Dicle’nin çocuklarıyla Kızılırmak’ın, Meriç’in, Yeşilırmak’ın, Sakarya’nın çocuklarının tarihi birliğinin yok edilmek istendiği bir başka zamanda. Türk aydınları arasında az rastlanan bir sorumluluk örneğidir bu maalesef.
Batılı entelektüeller için standart bir tutumdur bu oysaki. Onlar hangi düşünceye meyletmiş olurlarsa olsunlar birleşik bir Avrupa için çırpınmaktan asla geri durmazlar. Batı kültürünün dirliğinin, diriliğinin, politikacıların yanlışlarıyla bırakın bozulmasını zedelenmesini bile istemezler. 1985’te Avrupa resim sanatının önde gelen dört ressamı Joseph Beuys, Anselm Kiefer, Jannis Kounellis, Enzo Cucchi, Basel’de "Bir Katedral İnşa Etmek" başlığı altında bir araya geldiklerinde sadece resim sanatını konuşmadılar, ondan ayrılmayan asıl meseleyi, Avrupa’nın poetik ve politik durumunu konuştular. O isimlerden dünyaca ünlü Alman ressam Anselm Kiefer, Avrupa’nın birliğinin Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) politikalarıyla yara aldığını ifade etti. Batı kültürü bir bölünmeye doğru gitmekteydi. Aynı endişe Jürgen Habermas tarafından Bölünmüş Batı kitabıyla on beş sene sonra en üst perdeden vurgulandı. Batı kültürünün önde gelen bazı isimlerine ve sadece kitap adlarına bir bakalım: Edgar Morin, "Avrupa’yı Yeniden Düşünmek"; Zymunt Bauman, "Avrupa, Bitmemiş Bir Macera"; Jacques Derrida, "Öteki Hedef". Açıkça görülmektedir ki Batılı entelektüeller için "Avrupa Fikri" için endişe edip kaleme sarılmak, standart bir entelektüel sorumluluktur. Bizdeyse Türkiye için benzer endişeyi duyanları türlü despotik tutumlar beklemektedir.
Rahmetli Alev Alatlı bu despotik tutumlara aldırış etmedi. Etmediği gibi hepsini bertaraf etmeye tam da yerinden "Aydın Despotizmi"nden başladı. Yalçın........
© Anadolu Ajansı Analiz
