menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Türk Seçim, Demokrasi Ve Anayasa Tarihinin İlkleri

8 0
30.08.2025

Resmi tarih yazmasa da Türk tarihinin ilk anayasası Büyük Selçuklu Devleti’nin en parlak dönemini yaşadığı Melikşah’ın vezirliğini yapan Nizamülmülk tarafından hazırlanan Selçuklu Devleti’nin anayasası denilebilecek olan Siyasetname’dir.

Selçuklu demokrasisine bakacak olursak belki seçim demokrasisi olmasa da demokrasinin örnekleri olarak görülebilecek insan hakları ve halkla ilişkiler mekanizmaları arasında meclis ve divan geleneği bulunmaktadır.

Selçukluların divanlar ile temel devlet felsefesini meydana getiren faktörlerin aynı zamanda demokrasinin temel ilkeleri olarak da kabul edilen özgürlük, eşitlik, adalet ve seçim gibi değerler olduğu asla su götürmez bir gerçektir.

Demokrasiye çok benzeyen bir sistemi meclis ve divan geleneğiyle inşa edebilmiş olan Selçukluları çok uğraştıran bir şer hükmündeki Moğol istilalarından bir hayır çıkacak ve tıpkı Selçuklular misali bir anayasa ve demokrasi örneği daha ortaya koyulacaktı.

Bu örneği ortaya koyacak olan da Moğol istilasından kaçıp Anadolu'ya hicret edecek olan Ahiler olacaktı.

Moğol istilasından kaçıp Ankara'yı merkez edinen ve şehirle civarında hüküm süren Ahi hükümeti, bir derviş-esnaf cumhuriyeti olup, ahi uluları tarafından günümüze yakın bir demokrasi ile yönetilmiştir. Yani bu şu demektir ki Osmanlı'da ancak himaye edilen Yedi Ada ve Dubrovnik’te yapılan seçim benzeri organizasyonlar dışında 1876’ya değin Osmanlı'nın tüm yurdu kapsayacak şekilde halkın önüne sandık koyup gerçekleştirmediği seçim sistemi Ahi rejiminde vardı.

Ayrıca Ahilerin kendi yasa ve kurallarına uyarak halka hesap veren, kendi askeri ve hukuki gücü olan bir yönetim biçimi oluşturduğunu ve “Fütüvvetname” denilen bir çeşit anayasalarının da bulunduğunu belirtmek lazım gelir.

Ahi Cumhuriyeti, 1354 yılında Osmanlı himayesine girmiş ve 1362 yılında kendini feshetmiştir.

Osmanlı Devleti, sanılanın aksine, padişahın emir ve yasaklarıyla yönetilmezdi. Devletin, Peygamber Efendimizin uygulamaları çerçevesinde geliştirilen bir "meşveret" (danışma) sistemi vardı. Hemen her konu görüşülüp tartışılır, ondan sonra karara bağlanırdı.

Padişahın iki başdanışmanı vardı. Bunlar sadrazamla, şeyhülislamdı. Dünya işlerini sadrazama, manevi işleri şeyhülislama danışırdı. Konular iç içe girdiği için de, padişahlar, ekseriyetle her ikisini birden davet eder, devlet yönetimiyle ilgili şeyleri konuşurlardı.

En küçük bir tereddüt hâsıl olması hâlinde ise Divan (bakanlar kurulu) toplantıya çağrılır, tartışma daha geniş bir zemine taşınırdı. Gerekli görmeleri hâlinde, şeyhülislam ve sadrazam, konuyu önce alt kadrolarında olgunlaştırırlardı. Osmanlı Devleti'nin hızlı büyümesinin, savaşlarda galibiyetinin, barışta adaletinin sırrı işte bu "meşveret-istişare-danışma" yöntemidir.

Hatta bazen, padişahlar devlet ricaliyle konuşmakla da yetinmez, kimi zaman "tebdil" çıkarak (kılık değiştirip halkla buluşmak), kimi zaman ise "Ayak Divanı" kurdurarak halkla doğrudan temasa geçerlerdi. "Ayak Divanı" belli periyotlarla kurulmakla birlikte, bazen olağanüstü toplantıların yapıldığı da görülmüştür. Ne zaman toplana-cağı önceden belli olan "Ayak Divanı"na yalnızca İstanbul halkı değil, ülkenin her tarafından halk temsilcileri gelirdi. Bu yüzdendir ki bazı yabancı tarihçi ve diplomatlar, "Osmanlı-Türk cemiyetine demokrasi zihniyetinin........

© Akasyam