Son osmanlı başbuğu hakkında gerçekçi ve insaflı bir tarihî konumlanmanın vakti gelmedi mi?
Son Hünkâr Vahideddin 1 asır evvel Hakk'a yürüse de hakkındaki tartışma bitmek bilmiyor. Şahsıyla ilgili görüşler iki uçta incelenmeye devam ediyor:
Birincisi; Vahdettin vatanını sevse idi onca askerimizi şehit eden İngilizlerin gemisi ile kaçıp gitmezdi. Monşerin tek derdi tahtı idi. Ülke işgâl altında ve o hiçbir şey yapmadı, kılını bile kıpırdatmadı. Korkağın tekiydi.
Bu görüşü beyan edenlere sormak gerekir. Hep Mondros’un imzalanmasını istediği söylense de acep hakikat öyle miydi? Onun söylediklerini hiçe sayıp Mondros’u imzalayan, hemen ardından da padişah aleyhine söylenip Mustafa Kemal’in yanına geçen, daha sonra Mustafa Kemal’i de satıp ona da muhalif kesilen Rauf Orbay değil miydi? Padişah birdenbire elinde hiçbir kuvvet olmadan ne yapacaktı? O yapacağını yaptı zaten. Komutanlarını çeşitli bahanelerle Anadolu’ya direnişi örgütlemeye gönderdi.
İlaveten mevzuya en başından başlamak gerekir. Vahidüddin tahta çıkar çıkmaz ateşkes çağrısı yaptı. Hükümet buna uymadı. Zaferin çok yakın olduğu propagandasına devam ettiler. O sırada henüz Irak ve Suriye elimizden çıkmamış, oradaki cepheler çökmemişti. Düşman Haleb’e ve Musul’a dayanınca ateşkese yanaştılar. Vahidüddin istifalarını istedi. İstifa edip ülkeyi terk ettiler.
İzzet Paşa yeni hükümeti kurdu. Ateşkes görüşmelerine Vahidüddin kendi güvendiği kimselerin katılmasını istedi. Hükümet kabul etmedi. Mondros’a kendi murahhaslarını gönderdi. Padişah, hükümranlıktan taviz verilmemesini dikte ettirdiği hâlde, onlar ülkenin keyfekeder her yerinin işgâl edilmesi ve ordunun lağvedilmesine imza atıp döndüler. Vahidüddin bunu duyunca hükümeti istifa ettirdi.
Son Osmanlı Başbuğu ile ilgili “korkak” ithamına gelince şahsıyla ilgili bu yakıştırma da safsatadan ibarettir zira kendisi “korkak” birisi olmadığını, gözünü bir şeyden sakınmadığını veliahtlık yıllarında vuku bulan bir hadiseyle göstermiştir.
Veliahd iken Almanya'ya gittiği zaman, batı cephesinde ateş hattı siperlerini gezmiş, herhangi bir umulmadık tehlikeye karşı başını eğmesi söylendiği zaman: "Türk başı düşman karşısında eğilmez!" cevabını vermiştir. (Atsız, 2024, s. 130)
O halde Vahidüddin madem korkak değil, gözüpekti o zaman neden Mustafa Kemal'i Anadolu'ya gönderdi de kendi Anadolu’ya gidip Milli Mücadele’yi idare etmedi sorularını soranlara da verebileceğimiz yanıt şudur:
Sultan Vahideddin, bunu yapamazdı, İstanbul'u bıraktığı takdirde, düşmanlar bu şehri bir daha Türklere vermezlerdi. Şehzadeleri de milli hareketin başına yollayamazdı. İngilizlerin, bunu bahane ederek, kendisini atmaları ve askerî işgal altındaki İstanbul'u siyasî ve ebedî olarak işgal etmeleri de mümkündü. İstanbul'u ve hanedanı kurtarmak için baskılara katlanarak oturmuş ve Anadolu'da harekâta başlamaları için güvendiği kumandanları göndermiştir. (Atsız, 2024, s. 130)
Dahası Vahdeddin şehzadeleri Anadolu'ya yollama yanlısı olmamasına rağmen saltanat kaldırılınca hilafet makamına gelip son halife olarak tarihe geçecek olan Abdülmecid Efendi'nin oğlu olan ve 1920-1924 yılları arasında Fenerbahçe Spor Kulübü'ne de başkanlık yapan Ömer Faruk Efendi, Millî Kurtuluş Savaşı’na katılmak için bir geminin ambarına saklanarak Anadolu’ya geçtiği halde, Sakarya zaferi o sıralarda kazanılmış ve temel sağlamlaşmış olduğu için kabul edilmeyerek geriye dönmüştür. Aylar sonra Büyük Millet Meclisi’nde, Şehzade Ömer Faruk Efendi’nin Anadolu’ya gelişi ile ilgili sorulan bir soruya da şöyle cevap verilecekti:
“İngilizler veya saray tarafından gönderilmiş olması ihtimaline karşılık kendisine olumsuz cevap verilmiştir.”
Bir de Vahdettin’le ilgili dillendirilen şöyle bir görüş mevcuttur:
Vahdettin kaçmamıştır, sürgün edilerek vatan hasretiyle bu dünyadan göçmüştür. Saltanatına da darbe yapılmıştır. Hayatı ve ailesi tehdit altındaydı. Böylesine müşkül durumda olan birinin ülkesini zorla ve hüzünlü bir şekilde terk edişine kaçma diyenlerin kendi vicdanından şüphe etmesi gerekir.
Şimdi biraz soluklanıp tarihe objektif ve sağduyulu bir perspektiften bakmak gerekir. Dahası Vahdettin için “kaçtı” diyenlere de şunu sormak gerekir?
“Madem Vahdettin ülkesini terk edip yurt dışına kaçan bir adamdı, o zaman yanına neden zevcesini, kız evladını, hatta kuruşuna kadar tüm servetini, mal varlığını da yanında alıp beraberinde götürmedi?”
Şimdi hep birlikte bu durumu ele alarak bu tartışmalara karşı sadece ve sadece tarihin ne diyeceğine kulak verelim.
Türbesi Türkiye'de olmayan tek Osmanlı padişahı olan Sultan Vahdettin Osmanlı İmparatorluğu'nun 36. ve son sultanı aynı zamanda 115. İslam halifesidir. Son hünkârın türbesi bugün Suriye'nin başkenti Şam’da olup tıpkı Süleyman Şah Türbesi misali sınırlarımız dışındaki bir toprak parçası olarak kabul edilmesi ve son hünkârın türbesinin de Süleyman Şah Türbesi'ne gösterilen özeni görmesi gerektiğini şu satırlardan belirtmek vicdani ve tarihi bir vazifedir.
Son Osmanlı Başbuğu'nun 1918 Temmuz’u ile 1922 Kasım’ı arasındaki dört yıl dört ay süren saltanatı Osmanlı tarihinin en karanlık ve tartışmalı portrelerini sergileyen bir galeri gibidir. Birinci Cihan Harbi’nin kaybedileceğinin ortaya çıktığı bir ortamda tahtın kederli yolu önüne açılmıştı.
Sultan Abdülmecid'in sekizinci oğlu ve kendisinden önce tahta geçen V. Murad, II. Abdülhamid ve V. Mehmed'in küçük kardeşi olan Sultan Mehmed Vahideddin, tahta geçiş sıralamasında çok aşağılarda olduğu için gözden uzak bir yaşam sürmüş, dünya saltanatında hiç gözü olmamıştır.
Gençlik yıllarında gizlice medrese derslerini takip etmiş, bu özelliği ile tahta çıktıktan sonra kendisine arz edilen şer'i konulara müdahale edebilecek derecede yetkinleşmiştir. Hat, musiki ve edebiyat sanatlarıyla ileri seviyede uğraşmıştır. Ezcümle Vahdettin, dünya saltanatından ziyade kendisini ilme, bilime, kültüre, sanata vermiştir.
Ağabeyi II. Abdülhamid'in uzun padişahlığı sırasında, Çengelköy'de mimar Alexandre Vallaury'ye yaptırdığı köşkünde münzevi bir hayat yaşadı. Diğer şehzadeler hakkında padişaha jurnal yazmakla suçlandı. V. Mehmed tahta geçtiğinde, Sultan Abdülaziz'in oğlu Yusuf İzzeddin Efendi veliaht oldu. Yusuf İzzettin'in 1 Şubat 1916'da bir yurt dışı seyahatine çıkacağı gün henüz aydınlatılamayan bir şekilde intiharı üzerine Vahidettin kendisinin dahi beklemediği biçimde veliaht oldu.
1917 Aralık ayında yaveri Mustafa Kemal Paşa eşliğinde beş haftalık Almanya seyahatine çıktı. 3 Temmuz 1918'de Sultan Reşat'ın ölümü üzerine 57 yaşında tahta çıktı.
Tahta çıkışından kısa bir süre sonra Şeyhülislam Kazım Efendi’ye şöyle dediği anlatılır: "Ben bu makam için hazırlanmadım. Çocukluğumdan beri vücutça rahatsız olduğumdan layikiyle tahsil edemedim. Yaşım kemale erdi, dünyada bir emelim kalmadı. Biraderle hangimizin evvel gideceğimiz malum olmadığından bu makamı bekleyişte değildim. Fakat takdiri ilahi böyle teveccüh etti, bu ağır vazifeyi deruhde eyledim. Şaşmış bir haldeyim, bana dua ediniz."
Hakeza yine Mabeyn Kâtibi Ali Fuat Bey’e “Ben tahtın kuştüyünden minderlerine değil, milletin ateşli külü üzerine oturdum” diyerek tahta çıkmakla nasıl büyük bir fedakârlık yaptığını anlatmak isteyecekti. Ancak anlaşılamamıştı.
VAHİDEDDİN TARAFINDAN VERİLEN 9. ORDU MÜFETTİŞLİĞİ GÖREVİ, ATATÜRK’ÜN SAMSUN’A ÇIKIŞ BİLETİ OLUYORDU
16 Mayıs 1919 tarihinde Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal Paşa, Yıldız Sarayı'nda padişahı ziyarete gitti.
Sultan Vahideddin, Anadolu'daki ayaklanmalardan dolayı İngilizlerce sıkıştırılıyordu ve çok müşkül bir durumdaydı. Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal Paşa ve Sultan VI. Mehmed Vahideddin, diz dize değecek kadar yakın oturdular. Mustafa Kemal Paşa’ya verdiği yeni görevin Samsun’da 9. Ordu Müfettişliği olduğunu bildiren Sultan VI. Mehmed Vahideddin, elinin altındaki kırmızı deri kaplı kitabı işaret ederek:
“Mustafa Kemal Paşa, bugüne kadar devlete çok hizmet ettin. Bu başarılarının hepsi tarihe geçmiştir. Artık yeni yapacağın vazife daha mühimdir. Şimdi de devleti kurtarabilirsin. Yanına güvendiğin adamlarını al” dedi. Padişahın elinin altındakinin bir tarih kitabı olduğu anlaşılıyordu. Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal Paşa’nın verdiği karşılık da aynen şöyle oldu:
“Elimden gelen hizmette kusur etmeyeceğime emniyet buyurunuz. (…) Merak buyurmayınız efendim, bakış açınızı (“nokta-i nazar-ı Şahanenizi”) anladım. İrade-i seniyeniz (fermanınız) olursa hemen hareket edeceğim ve bana emir buyurduklarınızı bir an unutmayacağım”
Padişahın son sözü “Başarılı olmanızı dilerim.” oldu.
Yıldız Sarayı'ndan ayrıldıktan sonra Bandırma Vapuru ile Samsun'a doğru yola çıkan Mustafa Kemal Paşa’nın Vahdettin’le Yıldız Sarayı’nda yaptığı son görüşmeyle Samsun'a ayak bastıktan sonra padişaha yazdığı bir mektubu ve 24 Nisan 1920 Cumartesi günü TBMM'de Mustafa Kemal Paşa'nın yaptığı konuşmadan bir kesidi karşılaştıralım. Bakalım Yıldız Sarayı’ndaki malum görüşmede padişah ve Mustafa Kemal Paşa'nın arasında konuşulan başka neler varmış?
MUSTAFA KEMAL PAŞA'NIN MEKTUBUNDA YILDIZ SARAYI'NDAKİ GÖRÜŞMEDE İZMİR'İN İŞGALİNDEN DOLAYI PADİŞAHIN HÜZÜNLÜ OLDUĞU BELİRTİLMİŞ
Mustafa Kemal Paşa'nın, Vahdettin ile son görüşmesinde İzmir'in işgalinden dolayı son hünkârın hüzünlü olduğunu unutamadığı padişaha 11 Haziran 1919’da yazdığı bir mektupta geçmektedir.
"Mabeyni Hümayun Cenabı Mülūkāne Başkitabeti Vasıtasıyla Atebei Hümayunu Cenabı Padişahiye
"Büyük milletin ve kutsal hilafetin sağlam tek direği bulunan saltanatınızı cenabı hak afetlerden korusun. Şevketpenahım! Memleketin bugün uğradığı felaketler baskısı ve parçalanma tehlikesi karşısında ancak yüce şahsınız başta olmak üzere milli ve mukaddes bir kudretin var olma haykırışı vatanı ve devlet bağımsızlığını ve milleti ve şanlı hanedanınızın altı buçuk asırlık yüce tarihini kurtarabilir. Her tarafça, bu görüş ve kanaat tektir. Yüksek huzurlarınıza son defa kabul edildiğimde, İzmir acı olayından pek hüzünlü olan kalbinizin, bu kurtuluş noktasına ait ilhamları bu anda bile hafızamda bütün canlılığıyla yaşamaktadır. Sizin ısrar ve zorlamanızdan (“ilkâ-ı milkdârilerinden”) aldığım azim ve imanla âcizane görevimi sürdürüyorum.”(Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.8, s.34)
Ayrıca iş bununla da sınırlı değildi elbette… Mustafa Kemal Paşa, 24 Nisan 1920 Cumartesi günü TBMM'de yaptığı konuşmada Sultan Vahdettin’le yaptığı görüşme ile ilgili ilk kez kamuoyuna açıklama yapmıştı. Yaptığı açıklamada şunları anlatmıştır:
“İstanbul'dan en son ayrılacağım gün huzura kabul edilmiştim. Bu esnada zatı hazreti padişahi Boğaziçi'nde bulunan İngiliz zırhlılarının saraya yönelmiş olan toplarını göstererek, "Görüyorsun" dedi, "ben artık memleket ve milleti nasıl kurtarmak lazım geleceğini tasavvurda tereddüde düşüyorum" ve ellerini........
© Akasyam
