İslâm'ı Simgeleyen Mabedler
MESCİD-İ AKSA
İslâm’ın ilk kıblesi olan ve Kudüs'te yer alan Mescid-i Aksa, inşaasına Hz. Davud (as) zamanında başlanmış ve Hz. Süleyman (as) zamanında tamamlanmış kutsal bir mekândır ve Peygamber Efendimizin de Miraç'a yükseldiği yerdir.
M.Ö. 957 tarihinde Süleyman tapınağı Hz. Davut’un oğlu Hz. Süleyman hükümdarlığı zamanında tamamlanırken M.Ö. 586 yılında II. Nebukadnezar ise yapıyı tümüyle yıktırmış, Yahudileri esir alarak Babil şehrine götürmüştür. II. Kyros M.Ö. 538 yılında Yahudileri esaretten kurtarmış, Kudüs şehrine dönmelerine izin vermiş ve Süleyman tapınağını yeniden yapmalarına izin vermiştir. İkinci tapınak ilkine nazaran gösterişsiz olmasına karşın M.S. 70 yılında Romalılar tarafından yıkılmıştır. Günümüzde ise bu yapıdan yalnızca ağlama duvarı ismi verilen bölüm kalmıştır. El-Aksa camisinin ise ilk olarak Bizans İmparatoru I. Justinianos tarafından Hz. Süleyman tapınağı kalıntıları üzerine bazilika olarak inşa edildiği kabul edilmektedir. Zamanla yıpranan bazilikayı, Emevi Halifesi I. Velid baştan aşağı yenilemiş ve bu yapıya Mescid-i Aksa adını vermiştir.
Mirac hadisesi, Müslümanlar açısından oldukça önemlidir. Nitekim Peygamber Efendimiz’in “gözümün nuru” dediği namaz, Mirac ile 5 vakit olarak farz kılınmıştır. Bununla birlikte Peygamber Efendimiz’e Bakara suresinin son iki ayeti (Amenerrasûlü) Mirac’ta vahyedilmiş, istikametini imana çeviren herkesin Cennet’e gireceği de Mirac’ta müjdelenmiştir.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’in İsra hadisesi vuku bulduğunda ise, bu şehre olan fetihlerde gerçekleşmeye başladı. Peygamber Efendimize inen ayetlerden sonra, Kabe ve Mescid-i Aksa arasında manevi bir bağ ortaya çıkmıştı. Şehir ilk olarak Ubeyde Bin Cerrah önderliğinde kurulan İslam ordusu tarafından kuşatıldı. Hz. Ömer kuşatmanın tamamlanmasını sağlayarak, M.Ö. 636 yılında şehri aldı ve şehrin ismini İlya’dan Kudüs’e çevirdi. Böylece şehir ilerleyen zaman boyunca Kudüs olarak anıldı.
“Aksa” kelimesi Arapça’da “uzak” anlamına gelmektedir. Mabede, Mekke’ye uzaklığından dolayı bu isim verilmiştir. Kudüs’teki Eski Şehir’in güneydoğusunda bulunan ve yaklaşık 144 bin metrekare alana sahip Mescid-i Aksa, içerisinde birçok tarihi yapı, cami ve vakıf binası barındıran bölgeye verilen genel isimdir. Müslümanlar bu bölgedeki ilk yapıyı, Hz. Ömer’in 638 yılında Kudüs’ü fethetmesi ile inşa etmişlerdir.
Abbasiler dönemine kadar Müslümanların yönettiği Kudüs'ü Haçlı orduları bu dönemde ele geçirdi ve 88 yıl şehirde hakimiyet kurdular. Ta ki, Selahaddin Eyyubi Dönemine kadar. 1187 yılında Selahaddin Eyyubi Haçlılardan Kudüs şehrini geri aldı.
1516 yılında Osmanlı İmparatorluğu orduları Kudüs şehrini ele geçirdi. 400 yıl boyunca Kudüs şehri Osmanlı İmparatorluğu hakimiyetinde kaldı.
I.Dünya Savaşı'ndan Osmanlı'nın mağlup ayrılmasından sonra bölgeden çekilmesiyle İngilizler vesilesiyle Kudüs tekrar Haçlı işgaline maruz kaldı.
1948 tarihine kadar İngilizlerin elinde kalan şehir, İngilizlerin burayı terk etmesi ve burada Yahudi yerleşimi kurmaları sonucunda, Kudüs ve Mescid-i Aksa Yahudilerin eline geçmiş oldu.
O gündür bu gündür İsrail işgali altında esarette olan Kudüs ve Mescid-i Aksa, yeni Ömer bin Hattab’ını, yeni Selahaddin Eyyubi'sini dört gözle beklemektedir.
KÂBE-İ MUAZZAMA (MESCİD-İ HARAM)
İslâm’ın en kutsal yeri olan Kâbe ilk defa Hz. Adem tarafından yeryüzünün ilk mescidi olarak yapılsa da ondan geriye sadece temelleri kalmıştır. Sonra Hz. Şit Kabe'yi tekrar yaptırmış fakat Nuh Tufanı’nda yıkılmıştır. Nûh tufanında bina kumlar altında uzunca bir süre gizli kalır. Yıllar sonra Hz. İbrahim, Yüce Allah'ın emri üzerine oğlu Hz. İsmail ile birlikte gizli kalan binanın temellerini bulup Kabe’yi aynı temeller üzerine yeniden yaptırmıştır. Yıllarca temiz Hanif inancının merkezi olan Kâbe, zamanla putperestliğin işgal ettiği bir mekana dönüşmüştür. Ama elbette ki yalnızca putperestliğin değil, ticaret panayırlarının da merkezi olması vesilesiyle Mekke'ye gelen insanlar, hac münasebetinden dolayı da Kâbe’ye büyük önem veriyorlardı. Bu da Kabe'yi çok ünlü bir mekan haline getirmişti. İşte Kabe'nin bu ününden haberdar olan Habeşistan’daki Aksum Krallığı’na bağlı Yemen valisi Ebrehe de Hristiyanlığı yayma gayesini güdüyordu. Ayrıca San'a’yı da tıpkı Mekke gibi dinî ve ticarî bir merkez haline getirmek isteyen Ebrehe, hem Kâbe'ye olan ilgiyi azaltmak hem de Hristiyanlığı da bahaneyle yaymak için kilise manasına gelen Kulleys adında görkemli bir katedral yaptırdı. Ebrehe, Habeş kralına halkın hac için ancak Kulleys’i ziyaret edebileceklerini, Mekke'ye gidenlere izin vermeyeceğini yazarak onun da desteğini aldı.
Fakat Araplar bu kiliseye önem vermemiş ve Nukayl adındaki bir tane yerli, rivayete göre bu kilisenin içine pislemiştir. Bunu kendine bir hakaret sayan Ebrehe, olayın üzerine bir de kilisenin yanması eklenince intikam için Kâbe-i Muazzama'nın yıkımına karar vermiş ve fillerden oluşan bir güçlü ordu oluşturarak Mekke'yi kuşatmıştır.
Onun ordusunda Arapların pek de görmeye alışkın olmadığı filler vardı. Devasa bir fil orduya öncülük ediyordu. Ebrehe Taif’e ulaştığında Taif halkıyla bir anlaşma yaptı. Anlaşma neticesinde Taif halkı Ebrehe’ye bir rehber verecek, Ebrehe de Taif’in ‘Lat’ adındaki putuna dokunmayacaktı. Bu durum, Hristiyanlığı yaymak isteyen Ebrehe’nin, aslında putlarla bir sorunu olmadığına ve onun tek derdinin Kâbe’yi ortadan kaldırmak olduğuna büyük bir kanıt olacaktı.
Mekke çevresine kadar gelen öncüler, Mekkelilerin koyun ve develerini alarak konaklama yerleri olan Taif'e kaçırdılar. Bu ganimetler arasında, Hz. Muhammed'in dedesi Abdülmuttalib'in de çok sayıda devesi bulunuyordu. Ebrehe, Mekke emiri olan Abdülmuttalib'in müzakere tekliflerini de geri çevirdi.
Ordu, Mekke üzerine yürümeye hazırlanırken gökyüzü birdenbire Kızıldeniz tarafından gelen ebabil kuşları ile doldu. Gagaları ve ayaklarında taşıdıkları taşlar ile Ebrehe'nin fil ordusunu taş yağmuruna tuttular.
İstilacı ordu bozguna uğradı. Ordudaki kişilerin bedenlerine değen taşlar, etlerini lime lime dökerek öldürüyordu. Saldırıdan sağ kalanlar, Ebrehe'yi de yanlarına alarak perişan bir vaziyette Yemen'e doğru kaçtılar.
Ebrehe, bu saldırıda etleri parçalanarak, çürümüş bir hâlde San'a'ya dönerken, Hasm kabilesinin yaşadığı bölgede göğsü ikiye yarılarak öldü.
Bu hadise yıllar sonra Peygamberimize inen Fi'l Sûresi’nde anlatılmıştır.
Hz. Muhammed, Hicret'in 6. yılında Kâbe'yi ziyaret etmek istediğinde Mekkeli müşriklerin engelleriyle karşılaştı. Peygamberimiz de Mekke yakınlarında konakladığı sürede müşriklerle Hudeybiye Antlaşması’nı imzaladı. Bu antlaşmaya göre taraflar birbirlerinin düşmanlarına yardım etmeyecek, bir Mekkeli müşrik Müslüman olup Medine’ye sığınırsa Medine’ye alınmayıp Mekke’ye iade edilecek, fakat bir Medineli Müslüman yolundan dönüp Mekke’ye sığınırsa Medine’ye iade edilmeyip Mekke’ye alınabilecek, 10 yıl boyunca taraflar birbirleriyle savaşmayacak, Müslümanlar o yıl Kâbe’yi ziyaret etmeyip ertesi yıl Kâbe’yi ziyaret edebilecekti. Resulullah, anlaşmanın kaleme alınması işini Hz. Ali’ye verdi. Kureyşliler Hz. Ali’nin Bismillahirrahmanirrahim yazısı ile başlamasına razı olmayıp sadece Allah adıyla yazılmasının kabul ettiler.
Neticede ertesi yıl ziyaret edilen Kâbe, 630 yılında Mekke Müslümanlarca fethedilince putlardan temizlenecek, Bilâl-i Habeşi de Kâbe'nin üstüne çıkıp ezan okuyacaktı.
İslâm tarihinde Mescid-i Haram’ın sahasını ilk genişleten ve fizikî sınırlarını çizen halife Hz. Ömer (r.a.) olmuştur. Hz. Ömer, Beytullah’a yakın olan evleri istimlak ederek alanı rahatlatmış, bir yol gibi kullanılan Kâbe avlusunu duvarla çevirmişti. Böylece sayıları her geçen gün artan hacıların daha rahat tavaf ve ibadet etmeleri sağlanmıştır.
Hz. Osman’ın (r.a.) halifeliği zamanında Mescid-i Haram genişletilmiş, ayrıca Hicrî 26 senesinde ilk defa Beytullah’ın çevresinde gölgelikler yapılmıştır. Önü açık, üstü örtülü ve arkası duvarla örülü bu yapıya, mimaride “revak” denilmektedir ve günümüze kadar gelen yapının da ana şeklini teşkil etmektedir.
Abdülmelik bin Mervan devrinde zamanla hasar gören yerler restore edilerek mescidin çatısı, sac ağacı denilen sağlam ve kaliteli kerestelerle yenilenmiştir. Velid bin Abdülmelik bin Mervan’ın Hicrî 91 senesindeki yenileme faaliyetlerinde ilk defa mescidde mermer sütunlar kullanıldı.
Mescid-i Haram’ın asıl görünümünü kazanması, Abbasi halifesi Muhammed Mehdi el-Abbasî’nin hilafeti zamanında mümkün olmuştur.
Halife Mehdi, Hicrî 161 senesinde hac ibadetini yerine getirmek üzere gittiği Mekke-i Mükerreme’de mescidi incelemiş ve yapının esaslı bir şekilde yenilenmeye ihtiyacı olduğuna kanaat getirmişti. Bu sebeple, Bağdat’a varır varmaz uzman bir kadroyu Mekke-i Mükerreme’ye gönderdi. 400’e yakın mermer sütun, gemilerle Basra Körfezi’nden, Arap Denizi’ne oradan Kızıldeniz’e ve nihayet Şubeyke Limanı’ndan Mekke-i Mükerreme’ye ulaştırılmıştı. Her biri 20 ton olan bu sütunlar........
© Akasyam
