HZ. OSMAN İBN-İ AFFAN
Âshab-ı kirâmın önde gelenlerinden olup, ilk Müslümanların dördüncüsü ve Hulefâ-yi Râşidîn’in de üçüncü durumundaki Osman ibn-i Affân (r.a) Fil Vak’ası’ndan altı sene sonra veya 574 senesinde Mekke’de dünyaya gelmiştir. Soyu Abdi Menâf’ta Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’le birleşmektedir. Kureyş kabilesine mensup olup Muaviye bin Ebu Süfyan'la amca çocuklarıdır. Dolayısıyla Mekke'nin fethiyle Müslüman olan Ebu Süfyan'ın da yeğenidir. Annesi Ervâ bint-i Küreyz, Allah Rasûlü’nün halası Beyzâ’nın kızıdır.
Gençliğinde babasının yanında ticaretle uğraşan Osman, İslâm öncesinde Mekke’nin önemli tüccarları arasına girdi.
Babası Şam’da vefat ettiğinde, Hz. Osman(r.a.) yirmi-yirmi iki yaşlarındadır. Evin tek erkek evladı olduğundan, babasının vefatından sonra ona üç milyon dirhemlik ciddi bir servet miras olarak kalır. (İbn Sa’d Tabâkat, 3, 64) Hz. Osman(r.a.) daha önce de var olan ticari tecrübesiyle Mekke’de önemli bir tüccar olarak anılır hale gelir. Öte yandan kendisi çok güzel yazı yazdığından, Efendimiz’in(s.a.v.) yanında bulunan kırk iki vahiy kâtibinden birisidir. (İbn Hacer el-Askalanî, Fethu’l-Barîbi Şerhi Sahihi’i-Buharî, IX,18; Ahmed b. EbiYakub, TarihuYa’kûbî, II, 64) Osman b. Affân’ın(r.a.) konuşması ve üslubu çok güzeldir. Hatta “talâkat” denilen güzel konuşma sanatının ondan tevarüs ettiği yani miras kaldığı söylenir. Kendisi çokça Kur’an okuyan birisi olduğundan, iki tane Mushaf elinde okunmaz hale gelmiştir. Kur’an okumaya doyamayan bu güzide insanın bu durumunu tasdikleyen şöyle bir cümlesi vardır: “Eğer kalplerimiz temiz olsaydı, Kur’an okumaya doyamazdık.” (Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, II, 287/4022.)
Hz. Osman’ın (r.a.) İman Edişi
İslâmî davetin ilk safhasında bir gün Hz. Osman(r.a.) ticarî bir amaç için Şam’da bulunurken bir rüya görür. Döndüğü zaman rüyayı teyzesi Kurayza’ya anlatır ve teyzesi rüyayı tabir eder. Hz. Osman(r.a.) tabirin etkisinden bir süre kurtulamaz ve o etkiyle otururken bir gün yanına Hz. Ebû Bekir(r.a.) gelir. Kendisine “Ey Osman! Niye bu kadar düşüncelisin?” diye sorar. Bunun üzerine Hz. Osman(r.a.) rüyasını ona da anlatır. O sırada Hz. Ebû Bekir(r.a.) iman etmiş ama Hz. Osman(r.a.) henüz iman etmemiş durumdadır. Hz. Ebû Bekir(r.a.) onu dinledikten sonra teyzesinin rüyayı doğru yorumladığını söyleyerek “Gel ben de sana bir şeyler anlatayım.” der ve Efendimiz’den(s.a.v.) iman hakikatleri namına duyduğu bütün meseleleri ona anlatır. Hz. Osman’ın(r.a.) aklına, kalbine, ruhuna bir kapı açar ve onu elinden tutarak Efendimiz’e(s.a.v.) götürür. Böylelikle Hz. Osman(r.a.) ilk iman edenler kafilesine katılır. Eşraftan olması dolayısıyla İslâm’ı kabul edişi Kureyş içinde yankı yaptı.
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) ve yanında bulunan Müslümanlar İslâm’ı açıkladıkları zaman, Mekke’de İslâm’ı duymayan kimse kalmadı. Hz. Ebûbekir, Saîd ibn-i Zeyd ve Hz. Osman (r.a) gibi sahâbîler, insanları İslâm’a gizlice dâvet ve teşvik etmeye koyuldular. Daha sonra Hz. Ömer, Hz. Hamza ve Ebû Ubeyde bin Cerrah (r.a) gibi sahâbîler de açıkça dâvet etmeye başladılar.
İman ettiğinde ailenin büyüklerinden Ebû Uhayha künyesiyle meşhur Said b. el-Asî’nin yanına gider ve “Ben Müslüman oldum ve Muhammed’e(s.a.v.) tâbi oldum.” der. Ebû Uhayha ise ona “Sen kötü bir şey yaptın. Getirdiğin şey de kötüdür.” diyerek hakaretler eder. Ardından Hz. Osman(r.a.) Ebû Süfyan’ın yanına gider ve ona da Müslüman olduğunu bildirir. Bunun üzerine Ebû Süfyan da onu azarlayıp tehdit eder. (Belazuri, Ensab’ul Eşraf, 6, 100)
Bu süreçte pek çok sıkıntı ve çilelere katlanan Hz. Osman (r.a.), amcası Hakem ibn-i Ebi’l-Âs tarafından sıkıca bağlanıp hapsedildi. Amcası Hakem ibn-i Ebi’l-Âs kendisine eğer eski dinine dönmezse asla serbest kalamayacağını söyledi. Fakat Osman bin Affan dininden kesinlikle dönmeyeceğini bildirince, kendisini bu kararından döndüremeyeceğini anlamış bulunan amcası onu serbest bırakmıştır.
Peygamberimize Damat Oluşu
Hz. Osman (r.a) Müslüman olunca, Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz kızı Rukıye’yi onunla evlendirdi. Bu evlilikten ilk çocuğu Abdullah dünyaya geldi. Câhiliye döneminde Ebû Amr künyesiyle çağrılan Osman (r.a) artık bundan sonra Ebû Abdullah künyesini aldı. Sonra kızı Leylâ doğunca da Ebû Leylâ künyesiyle zikredildi.
Üç Hicret Sahibi Müslüman
Hz. Osman (r.a) iki defâ Habeşistan’a, daha sonra da Medine’ye hicret etti.
Hz. Peygamber tarafından Mekke döneminde Abdurrahman b. Avf ile kardeş yapılan Osman, Medine’de evinde misafir kaldığı ensardan Evs b. Sâbit ile kardeş ilân edildi. Resûl-i Ekrem, Medine’de muhacirlere ev yapmaları için yer tahsis ettiğinde ona Mescid-i Nebevî’nin kendisinin girip çıktığı kapısının karşısına düşen arsayı verdi. Bedir Savaşı’na giderken Osman’ı hasta olan kızının başında Medine’de bıraktı. Zafer müjdesinin Medine’ye ulaştığı gün Rukıyye öldü. Hz. Peygamber, Bedir’e katılanlardan sayarak ganimetten hisse verdiği Hz. Osman’ı daha sonra diğer kızı Ümmü Külsûm ile evlendirdi. 9 (630) yılında onun da vefatı üzerine evlenecek başka kızı olsaydı onu da vereceğini söyledi.
Hz. Osman'a çok büyük bir sevgi ve saygı beslediği bilinen Peygamberimiz (s.a.v.), bir gün evinde yarı uzanmış halde dinleniyordu. Kendisini ziyarete gelen Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’le konuştuğu esnada kapı çalınmış ve kendisine Hz. Osman’ın da geldiği bildirilmişti. Hz. Osman’ın geldiğini öğrenen Hz. Peygamber, hemen yerinden kalkarak oturdu. Bunu gören Hz. Ayşe(r.anha): “Neden böyle davrandınız ey Allah’ın Resulü?” Dediğinde: “Osman, o kadar hayâlı ki beni o halde görseydi çekinir ve söylemek istediklerini söyleyemezdi. Ey Ayşe! Melekler bile ondan hayâ ediyor, ben nasıl etmem?” buyurdu.
Zâtürrikā‘ ve Zûemer gazvelerine çıkıldığında Medine’de Resûl-i Ekrem’e vekâlet eden Hz. Osman, Hudeybiye Antlaşması öncesinde onun elçisi olarak Mekke’ye gitti. Kureyş liderlerinin istediği takdirde Kâbe’yi ziyaret edebileceğini söylemeleri üzerine Hz. Peygamber’e izin verilmediği sürece kendisinin de ziyaret etmeyeceğini bildirdi. Kâbe ziyaretine müsaade edilmesini sağlamak için görüşmelerini ısrarlı bir şekilde sürdürdü. Dönüşünün gecikmesi üzerine kendisini bekleyen müslümanlar arasında öldürüldüğü şâyiası yayılınca Resûl-i Ekrem ashabından müşriklere karşı savaşa girmek şartıyla biat aldı. Biat sırasında, “Osman Allah ve Resulünün emrini yerine getirmek için gitmiştir” deyip sağ elini sol elinin üzerine koyarak onun adına biat ettiğini gösterdi. Hz. Osman, Tebük Seferi hazırlıkları sırasında ordunun teçhizi için başlatılan yardım kampanyasında en büyük yardımı yaptı. Bu sırada Hz. Peygamber’in, “Bugünden sonra yapacakları Osman’a zarar vermez” dediği rivayet edilmiştir (Tirmizî, “Menâḳıb”, 19; Ahmed b. Hanbel, I, 516). Resûl-i Ekrem’in vahiy kâtiplerinden olan Osman, Ebû Bekir zamanında onun kâtipliğini ve müşavirliğini yaptı. Öyle ki Hz. Ebu Bekir dönemde yaşanan bir hadise vardır ki gerçekten hem ders, hem de örnek niteliğindedir:
Hz. Ebubekir döneminde kıtlık olmuştu. Şehre giren Hz. Osman’ın ticaret kervanı tüm ihtişamıyla tüccarların ilgisini çekmiş ve her biri “Bize satar mısın?” diyerek cazip fiyatlar sunmuştu. “Daha fazlasını veren var.” diyerek satışı kabul etmeyen Hz. Osman’ın tavrını anlayamayan tüccarlar, malı iki kat fiyatına satın almayı teklif ettiler. Bunu da kabul etmeyen Hz. Osman, “daha fazlasını veren var.” deyince malını satmak istemeyen Osman (r.a)’ı halife Ebubekir (r.a)’e şikâyet ettiler. Durumu öğrenen Hz. Ebubekir, Osman (r.a)’ı yanına çağırarak malını neden satmak istemediğini sordu. “Ben malımı herkesten daha fazla verecek olan Allah’a satıyorum, kervandaki mallarımı ve develerimi Rabbim için veriyorum.” diye karşılık verdi.
Onun Hz. Ömer’i halef tayin etmesi hususunda olumlu görüş belirtti. Hz. Ömer’in de danışmanları arasında yer aldı. Onun Suriye yolculuğuna çıkmasına ve Mısır fethine izin vermesine muhalefet ederken fethedilen arazilerin fâtihler arasında taksim edilmeyip fey olarak sahiplerinin elinde bırakılması görüşünü destekledi.
Hz. Ömer, Mescid-i Nebevî’de ağır bir şekilde yaralanınca aşere-i mübeşşereden hayatta olan amcasının oğlu ve eniştesi Saîd b. Zeyd hariç altı kişiyi (Osman, Ali, Abdurrahman b. Avf, Sa‘d b. Ebû Vakkās, Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvâm) üç gün içinde aralarından birini halife seçmek üzere görevlendirmişti. Hz. Ömer’in vefatından önce başlayan, ancak onun ikinci bir emriyle ölümünden sonraya ertelenen toplantı Talha b. Ubeydullah’ın Medine dışında bulunması sebebiyle beş kişiyle başladı. Müzakerelerin ilk safhasında Abdurrahman b. Avf, aralarından birinin halifelik hakkından feragat edip en çok istenen şahsı halife seçmek üzere hakemlik yapmasını önerdi. Diğer üyelerin kabul etmediği bu göreve kendisi talip oldu ve onların onaylamasıyla çalışmalarına başladı. Şûra üyelerinin her biriyle uzun görüşmeler yaptı. Ayrıca Medine’de bulunan muhacir ve ensarın ileri gelenleri, hac dönüşü oraya uğrayan valiler, kumandanlar ve şehir dışından gelen kabile reisleriyle görüştü. Üç gün süren bu görüşmelerin ardından dördüncü gün sabah namazından sonra kararını açıklamak üzere halkı Mescid-i Nebevî’de topladı. Önce Hz. Ali’yi, ardından Hz. Osman’ı çağırıp ikisinden de Allah’ın kitabına ve resulünün sünnetine uyma, ayrıca ilk iki halifenin siyasetini takip etme hususunda teminat istedi. Hz. Ali’nin “gücümün ve bilgimin yettiği kadar” şeklindeki cevabına karşılık Hz. Osman’ın tereddütsüz cevabı üzerine Hz. Osman’ı halife ilân ettiğini açıklayıp ona biat etti. Daha sonra Hz. Ali ve mescidde bulunanlar da biat etti.
Hz. Osman’ın halifeliği döneminde (644-656) İslâm orduları İran içlerine doğru ilerleyişini sürdürdü. Horasan’a etkili ve sürekli akınlar onun zamanında başladı ve bölgenin büyük kısmı fethedildi. Esterâbâd, Hemedan ve Kirman alınarak İran fethi önemli ölçüde tamamlandı. İran’a yapılan seferler Bahreyn üzerinden deniz yoluyla da sürdürüldü. İran’ın güneydoğusunda Belûcistan’ın sahil bölgesine kadar ulaşıldı. Merv şehrine kaçmak zorunda kalan Sâsânîler’in son hükümdarı III. Yezdicerd’in öldürüldüğü 31 (651) yılında bütün İran İslâm hâkimiyetine girmiş bulunuyordu. Bu yılın ortalarından sonra Ahnef b. Kays, Kirman üzerinden Horasan’a girerek Tohâristan’a kadar uzanan toprakları ele geçirdi. Onu gönderen Basra Valisi Abdullah b. Âmir de Nîşâbur’u aldı. Bugünkü Afganistan sınırları içinde kalan Belh, Herat, Bûşenc ve Tûs gibi şehirler kısa süre içinde zaptedildi. Makdisî’ye göre bölge halkı da hızlı bir şekilde İslâm’a girdi (Aḥsenü’t-teḳāsîm, s. 293). Diğer tarafta İrmîniye, Gürcistan, Dağıstan ve Azerbaycan’ın fethi tamamlandı; Arrân bölgesi ve Tiflis fethedildi. Hz. Osman, Erdebil merkez olmak üzere Azerbaycan’ın çeşitli şehirlerine birlikler yerleştirdi.
Yine Hz. Muhammed sağken ezberlenip sahife sahife yazılan, ilk halife Hz. Ebubekir zamanında kitap haline getirilen Kur'an-ı Kerim, Hz. Osman döneminde çoğaltılarak İslâm’ın önemli merkezlerine gönderildi. Hakeza Hz. Osman zamanında başka önemli gelişmeler de yaşanmış ve Peygamberimizin “İstikbal Denizlerdedir” buyruğu yerini bulmuş, Suriye ve Mısır valilerinin sahil şehirlerindeki Bizans’tan kalma tersanelerden yararlanarak oluşturdukları ilk İslâm donanması sayesinde önemli deniz zaferleri kazanılmıştır. Bunlardan biri de Kıbrıs'a İslâm sancağının dikilmesidir. Kıbrıs’ın fethi hususunda Hz. Ömer’i ikna edemeyen Suriye Valisi Muâviye b. Ebû Süfyân, Hz. Osman’dan aldığı izinle 28 (648-49) yılında Kıbrıs’a bir sefer düzenleyerek adayı barış yoluyla vergiye bağladı. Ertesi yıl Suriye sahillerine yakın Ervâd (Cyzikus) adası alındı. 32’de (652-53) Sicilya ve Rodos üzerine seferler düzenlendi. Aynı yıl içinde İskenderiye’ye saldıran Bizans donanması geri püskürtüldü. 33 (653-54) yılında Kıbrıs idarecilerinin vergiyi ödememeleri sebebiyle 500 gemilik donanmayla ikinci Kıbrıs seferi gerçekleştirildi ve savaş yoluyla fethedilen adaya 12.000 asker yerleştirildi. Yine bu yıllarda Hulefâ-yi Râşidîn döneminin en büyük deniz savaşı........
© Akasyam
