Bir Asırlık Çelişki
Yakın tarihimizin zeminini çizen kara hatlar, İttihat ve Terakki dönemiyle başlamış, Cumhuriyet yıllarıyla kemikleşmiştir. Bu, doğrudan doğruya "İslâm nefretinin zeminini" oluşturmaktadır. Büyük kanuni döneminden Tanzimat'a uzanan süreçte "din bağlarının ruhunu kaybettiği devir" yaşanmışken, Tanzimat ve Meşrutiyet arası, din bağlarının "kasıtla çözülmeye başlandığı" bir devir olmuştur. Bu çözülme, başlangıçta bir "İslâm şüphesiyle" sinsi bir biçimde ilerlemiş, "küfür dünyasına ivaz verici ahmak bir idare-i maslahatçılıkla" Meşrutiyet Komitesi'ne kadar ulaşmıştır. Tanzimat, Batı'nın "maymunvâri kopyası hareketi" olmaktan öteye gidememiş, ahmak idare-i maslahatçılık eliyle zulmü idrak seviyesine taşımıştır.
Dinin Talanı: İttihatçı Fitnesi ve 31 Mart Mizanseni
Din mazlumlarının serüveni, bir tuzak ve mizansen olan 31 Mart Vakası ile başlar. Bu olay, İttihatçı zümrenin, din davasını kirletme ve mukaddesatı maskara etme şekavetinin en net vesikasıdır.
Evvela Meşrutiyet devri, Ziya Gökalp'ın "İslâmiyet esası üzerine kurmak değil de, İslâmiyetle yer değiştirmekten başka gayesi olmayan posa milliyetçiliği" ile İslâmiyet’in kâh resmî, kâh yarı resmî ellerde "çürütülmeye" başlandığını gösterir. Bu zemin, felaketin Tanzimat ile beslenen mikroplarına ilk tecelli imkânını sunmuştur. İslâmiyet'e karşı düşmanlık bu dönemde tam tezahürünü bulamamış, daima "tutuk ve kekeme bir zemin üzerinde cereyan etmiş ve tam tezahürünü bulmak için Cumhuriyet yıllarını beklemiştir".
31 Mart Vakası (Miladi 1909), görünürde din adamlarının zulmü gibi gösterilmiş olsa da, hakikatte din ve din adamlarına karşı kurulmuş sinsi bir tuzaktır. İsyancı asker güruhun sloganı "Şeriat isteriz!" idi. Ancak bu talebin, Şeriatın "bütün kâinatı kuşatıcı [...] hikmetlerine yabancı olmak bakımından hiç istememeye nispetle daha zararlı" olduğu aşikârdır.
Bu eylem, Yahudiler, dönmeler ve masonlarca planlanmış, din inceliklerine en uzak insanlar kışkırtılarak, mukaddes Şeriat kaynağının "toy ve mukallit komitecilere çiğnetilme"sini amaçlamıştır. Bu sahtekârca tertip, Şeriat bağlılarına suçu atarak, onların şahsında bu bağlılığı tepelemek ve akabinde Abdülhamid'i tasfiye etmek planından ibaretti.
Bu hadisenin ardındaki asıl niyet, "küfrün en zehirli şubesi olan münafıklıkta bir şaheser" vermektir. Düşman, Şeriatı savunanların elini, yine Şeriat sloganıyla lekeleyerek, gelecekteki İslami hareketleri itibarsızlaştırma gibi derin bir manevi tuzağın temelini atmıştır.
Sultan II. Abdülhamid'in masumiyeti, kendi öz sözlerinde mühürlenmiştir: "Benim yüzümden tek damla müslüman kanı akıtılmasına razı değilim!". Bu merhamet, zalimlerin elini serbest bırakmıştır. Abdülhamid'in kararsızlığı veya hareketsizliği, kendi davasına engel, düşmanlarına ise yardımcı olan ruh haleti, yani merhametten kaynaklanmıştır.
Ulu Hakan’ı tahtından indiren meşhur fetva, Şeyhülislâm Mehmed Ziyaüddin imzasını taşır ve bu fetva, "korku ve menfaat fetvaları vermekten çekinmemiş süfliler arasında en süfli olanıdır". Fetva, Halife'yi şeriat kitaplarını yakmak, hazineyi israf etmek ve tebaayı kanunsuz öldürmek gibi, gerçekle tam zıt ithamlarla suçlamıştır.
Ancak bu mizansenin açığa çıkması da yine bizzat tertipçilerin içinden gelmiştir. İttihatçı dolaplarına kapılıp sonra her şeyi gören Rıza Tevfik, çektiği vicdan azabını şiirle dile getirerek, "31 Martı tertipleyen ittihatçılar ve bu işe memur edilenler arasında bizzat ben varım!" itirafını yapmıştır. Bu itiraf, o komedyanın kimler tarafından ve ne türlü körüklendiğini gösteren, pozitif geometri ispatlarına eş değer bir hüccettir.
PUT ADAM'IN SİCİLİ:
Hakkında methiyeler düzülen ve putlaştırılan şahsın ardındaki hakikat, kökü meçhuliyet, sefahat ve hıyanet üzerine kurulu bir "denî" portresidir. Resmi tarihin gözler önüne sermekten çekindiği bu sefalet, en çarpıcı biçimde kendisini gösterir.
Mustafa Kemal’in antropolojik yapısı, kumral teni, mavimsi gözleri ve bilhassa "Dolikosefal" (arkaya doğru uzun) kafatası yapısı ile Türk ırkından olması uzak bir ihtimal olarak görülür; daha çok Slav ırkına işaret eden karineler mevcuttur. Babası Ali Rıza Efendi'nin fotoğrafı incelendiğinde de onun kafatası tipinin farklı olduğu anlaşılır.
Asıl hüküm, Mustafa Kemal’in bizzat kendi sözleriyle pekişir. Kendi babası olduğu iddia edilen Ali Rıza Efendi'nin fotoğrafını gördüğünde, "Bu bizim peder değildir" demesi ve hayatı boyunca babasından bir kere bile bahsetmemesi , babasının kimliğinin "malum değildir" hükmünü kuvvetlendirir. Rivayetler, annesi Zübeyde Hanım'ın metresi olduğu söylenen bir Sırp, Bulgar veya Roman'dan hamile kaldığını öne sürer. Ali Rıza Efendi'nin yaşadığı çöküntü ve erken ölümünün de, evladı olmayan birinin babası olmaya zorlanmasından kaynaklanan manevi ıstıraptan kaynaklandığı belirtilir.
Bu kökü meçhuliyet ve düşük ruh hali, Mustafa Kemal’in........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Robert Sarner
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d