Balık Şehri, Şehrin Balığı
Şehirlerin logolarına bayılırım. Belediye binalarından hediyelik eşya dükkanlarına hatta bazen logar kapaklarının üzerinde bile şehirlerin simgeleri olur. Ya da tek bir görselle koca bir şehri anlatan imgeler vardır. Kırmızı bir telefon kulübesi gördüğünüzde aklınıza nasıl Londra geliyorsa İstanbul’u da sadece bir görselle anlatmak kolay bence. Sadece kız kulesi ya da suda süzülen bir Şehir Hatları vapuru İstanbul’u anlatmaya yeter. Ama mevzu İstanbul olunca İstanbul’un simgesi olması için insan yapısı bir şeye ihtiyaç olmamış tarih boyunca.
Bizans sikkelerinde İstanbul’da basılanlarda palamut balığı var. Bugün İstanbullular lüfere meftun olsa da – Refik Halit Karay’ın dediği gibi “İstanbullu balık deyince lüferi kasteder” – eski kaynaklarda lüfer pek geçmez. İstanbul’da eskiden balık denince “Amia”, yani palamut gelirmiş akıllara.
Ben palamuta pek düşkün değilimdir. Palamutla aramdaki husumet balığın kendisiyle ya da tadıyla ilgili değil; bana hissettirdikleriyle alakalı. Napolyon’un ünlü bir sözü vardır: “Ordular mideleriyle yürür.” Benim yaşam enerjim de tahmin edeceğiniz gibi yemek. Yemekle ilişkimi biraz “marazi” bulduğum doğrudur. Yanlış hatırlamıyorsam, babamın bir arkadaşından duymuştum: “Ben fakir miyim, acıkınca yemek yiyeyim evladım,” demişti. Ben yemek yemeyi fakirlikle-zenginlikle ilişkilendirmiyorum ama yemek........
© Agos
