Orman Yangınları Politiktir
Orman yangınlarının bu kadar sahipsiz kalmasının arkasındaki en büyük nedenlerden biri, Kürt korkusudur.
Şimdi diyeceksiniz ki: “Bu kadar da değil.” Ama biraz derinlemesine düşününce, bu korkunun izlerini görebiliyorum.
“Şimdi derin düşünelim.” diyeceğim ama önce “derin” kavramından ne anladığımızı sorgulamak gerek. Tarihsel olarak bakıldığında olayların derinliği ortaya çıkar; böylece elimizde bir perspektif olur ve bu çerçevede olguları daha sağlıklı analiz edebiliriz.
Çok gerilere gitmeyeceğim. Bu korkunun temeli Meşrutiyet öncesine kadar uzanmaz. Başlangıcı, Osmanlı Devleti’nin ulus-devletlerin ortaya çıkışıyla birlikte yaşadığı isyanlara dayanır. Fransız Devrimi’nin etkisi, Osmanlı’da derin bir korkunun kök salmasına neden olmuştur. Osmanlı, bir Balkan devleti olduğu için Balkanlar’daki kopuş büyük bir travma yaratmış; bu kopuşlar ve mücadeleler, o travmanın üzerine inşa edilmiştir.
Bu travmanın yol açtığı ilk siyasal süreç Abdülhamid dönemi, ardından İttihat ve Terakki dönemidir. Aslında Abdülhamid rejimi, onu özgürlük ve demokrasi sloganlarıyla iktidara taşıyan partinin bu travmayı devralarak daha da derinleştirdiği bir dönemdir. Bu derinleşme Cumhuriyet’e ve hatta bugüne kadar uzanır.
Abdülhamid’in zorla sürdürdüğü otuz yıllık iktidar dönemi bir darbeyle son bulmuştur. Rakiplerini bastırmaya çalışırken, kendi sonunu hazırlayan bir sistem kurmuştur. Her kumpas başarılı olmaz; bazen sonun habercisidir.
Abdülhamid’i iktidara getiren Meşrutiyet, iktidarın sadece onun elinde toplanmasıyla anlamını yitirmiştir. Böylece meşru ama zalim bir iktidar ortaya çıkmıştır. Ülkede yayılan jurnalcilik ve korku iklimi, zamanla ona karşı direnişin temelini oluşturmuştur. Farklı inançlardan, dillerden, renklerden insanlar, biraz özgürlük uğruna yan yana gelerek birleşik bir siyasi yapı kurmuşlardır. Bu yapı İttihat ve Terakki Partisi’dir ve “hürriyet, eşitlik, kardeşlik” sloganıyla yeni bir atmosfer yaratmıştır. Bugün ABD’nin istediği de işte bu Osmanlı havasıdır.
Ne var ki bu kardeşlik havası uzun sürmemiştir. Sanki dağılmakta olan bir ailenin miras paylaşımı gibi, kardeşler kan davasına dönüşen bir mücadeleye girmiştir. Mecliste doğan özgürlük ortamı, kısa sürede tehcir, mücadele ve “beka” kavramları altında ezilmiştir. Osmanlı’nın geleceği için, kardeşler arasında en ayrılmaya müsait olanın yok edilmesi gerektiği fikri, kapalı kapılar ardında emperyalist güçlerin niyetine uygun olarak geliştirilmiştir.
Osmanlı zaten bir “devşirmeler devleti” idi. Bu kez devşirilenler devlet için değil, emperyalist projelerin taşeronları olarak hareket etmiştir. Devlet olmanın birincil şartı düşman yaratmaktır. Don Kişot bile düşman yaratarak yol almadı mı? Hayali romanlar bile hayatta karşılığını buluyor gibidir.
Partiyi birlikte kuranlar artık bir bütün değildir. Her biri, parti öncesi aidiyetlerine dönmüş; yapı ise bir koalisyondan üç liderin denetimine girerek dağılmıştır. Özgürlük sadece iktidarda oturanlar için geçerli hâle gelmiştir.
Ermenilerin tasfiyesi, Kürtler ve Türkler iş birliğiyle gerçekleştirilmiştir. Bu birliktelik, Hamidiye Alayları’na kadar uzanır.........
© Açık Gazete
