Antalya unuturken o yazdı; Hüseyin Çimrin!
Güneşin 12 ay boyunca kartpostal gibi parladığı, yaz sezonunda her iki dakikada bir uçağın indiği, dünyadan her mevsim turist akınına uğrayan Antalya!
Zira, Antalya’yı gerçekten tanıyan, yaşayan, hisseden kaç kişi kaldı, orası biraz muamma…
Antalya denince ilk konuşulanlar genelde şöyle: “Side mi daha iyi, Kemer mi?”, “All inclusive mi alalım? Yoksa, yarım pansiyon yeter mi?” Tarih mi? Kültür mü? Bize ne canım. Varsın onlar gezsin Perge’yi… Biz Lara’da güneşlenelim, açılan yeni cafelerinin tadını çıkaralım.
Ne yazık ki herşey dahil sistem, yabancı turistleri bile kent merkezinden yıllarca uzakta tuttu. Ancak turistin meraklısı otelinden çıkıp Hadrian Kapısı’na, Yivli Minare’ye, Termessos, Olympos, Faselis Antik Kentlerine uğrası. Oysa şehrin merkezinde, Hıdırlık Kulesi kazısında her gün yeni bir tarihi eser bulunuyor.
Bu şehir, sadece güneş kremi ve havlu kombininden ibaret değil. Kaleiçi’nin her taşında, Aspendos’un su kemerlerinde, Yivli Minare’nin gölgesinde, geçmişin ayak sesleri yankılanıyor. Ama ne gam! O tarihî taşlar, biz oralardan geçerken sadece arka plan estetiği işlevi görüyor. Selfie’lik fon yani.
Antalya, 4 bin yıllık bir medeniyetin üzerinde yaşıyor. Ama ne yazık ki bu tarihi zenginliğin içinde doğan yerli halk, kent kültüründen epey yoksun bir hayat sürüyor.
“Antalya Müzesi nerede?” Diye soran turiste “Biz oraya en son okul gezisinde gitmiştik” diyen bir nesil yetişiyor.
1924 mübadelesinde Selanik’ten vapurla taşınan, Antalya’ya ilk gelen göçmenlerden birinin torunuyum. Baba tarafım ise Tekelioğlu boyundan. Yörüklük ve göçmenlik geni taşıyan bir gazeteci olarak Antalya için üzüldüğümü........
© 12punto
