menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Savaş insan öldürmektir: Önünde sonunda!

15 0
29.06.2025

Öldürmek, insanlığın en ilkel davranış biçimlerinden biridir.

İnsan öldürür. Ancak bu öldürme ne tamamen doğasında vardır ne de yalnızca dış etkenlerle açıklanabilir.

İnsan, aynı zamanda öldürmemeyi seçebilen; vicdan ve duygudaşlık taşıyan, adalet isteyen bir varlıktır.

Savaş ise, bir çıkarı gerçekleştirmek amacıyla doğrudan, planlanarak ve topluca insan öldürmek anlamına gelir.

Bu, insanın ürettiği tüm somut ve soyut değerlerin topyekûn yıkıma uğramasıdır.

Haklı da olunsa, haksız da olunsa, savaşta sonuç değişmez: insanlar ölür.

Peki, insan neden öldürür?

***

(Vetnam-1967)

Bu soruya yalnızca tek bir açıdan yanıt verilemez.

Bunun biyolojik, psikolojik, sosyolojik, felsefi, teolojik ve tarihsel kökenleri vardır.

Öldürmek çoğu zaman koşulların, ideolojinin, korkunun, çıkarın ve sistemin sonucudur.

İnsan; kendini korumak, egemenlik kurmak, inancı veya ideolojisi uğruna, korktuğu, acı çektiği ya da öğrendiği için; hatta bazen hiçbir neden olmadan da öldürebilir.

Hayvanlar ise genellikle avlanmak, tehdit altında kendini savunmak, yaşam alanını ya da kaynağını korumak ve tür içi hiyerarşi kurmak gibi doğal ve içgüdüsel nedenlerle öldürür.

İnsanlar içinse öldürmek, hayvanlardaki gibi içgüdüsel olduğu kadar bilinçlidir de.

Bu bağlamda, her ne nedenle olursa olsun, “öldürmek” insan olmanın, bilinçli ve ahlaki bir varlık olarak yaşamanın dışına taşan bir kırılmadır.

Savaş, örgütlü, silahlı ve planlı biçimde karşılıklı toplu öldürme eylemidir.

***

(Buda)

“Savaş insan öldürmektir.” sözü yalnızca bir tanım değil; aynı zamanda vicdani bir değerlendirmedir.

Bu ifade, savaşın yalnızca devletler, sınırlar, ordularla ilgili değil; bireyin ahlakı, yaşam hakkı ve insanlık onurunun yok oluşu ile ilgili olduğunu anlatır.

Öldürmek ve savaş, insanlık tarihi boyunca düşünürlerin üzerinde durduğu temel sorunlardan biri olmuştur.

M.Ö. 1200-1000 yılları arasında İran’da ortaya çıktığı düşünülen Zerdüştlük, insanlık tarihindeki en eski düşünsel sistemlerden biri olarak kabul edilir.

Zerdüşt öğretisine göre, iyilik, adalet ve düzenin tanrısı Ahura Mazda ile; yalanın, kaosun ve şiddetin temsilcisi Ahriman arasında sürekli bir mücadele vardır.

“İnsan, bu mücadelede doğru olanın tarafında durmalı; adaletle yaşamalı ve kötülüğe karşı çıkmalıdır.”

Zerdüştlük, keyfi öldürmeye ve şiddete karşıdır; ama kötülüğü ortadan kaldırma mücadelesini kutsal sayar.

İ.Ö. 6. yüzyılda Eski Çin’de yaşamış büyük düşünür Konfüçyüs, en büyük erdemin başkalarına zarar vermemek ve karşılıksız iyilik yapmak olduğunu savunur.

Savaşı onaylamaz ama tamamen reddetmez. Devletin düzeni ve halkın güvenliği için savaş bazen kaçınılmaz olabilir.

Ancak bu sadece ahlaki üstünlükle, son çare olarak başvurulabilecek bir yoldur.

“Adaletsiz savaş hem halkı hem devleti yozlaştırır.”

Aynı çağda yaşamış olan Laozi'ye (Lao-Tzu) atfedilen Tao düşüncesinde ise öldürmek, evrensel doğa düzenine (Tao’ya) aykırıdır.

“Kim öldürürse evrenin düzenine karşı gelir ve asla başarılı olamaz. Silahlar uğursuz araçlardır, nefret edilmesi gerekir.”

“Zorbalıkla hükmeden ve güçle üstünlük kuran, sonunda yıkılır. Savaş, doğal denge bozulduğunda başvurulan bir çaresizliktir.”

Benzer şekilde, Hindistan’da aynı dönemde yaşamış Siddhartha Gautama (Buda), “Hiçbir canlıyı öldürmemek” ilkesini (Ahimsa) öğretisinin temeline koyar. Buda, “uyanmış olan” anlamına gelir.

"Canlıları öldürmekten sakınırım," der.

Buda savaşı yüceltmez; ama doğrudan silahsızlanma çağrısı da yapmaz. O, tam anlamıyla pasifisttir.

“Hiçbir canlıyı öldürmemek, bireysel kurtuluşun ve evrensel uyumun yoludur.”

“Öldürmek, ne kadar haklı bir gerekçeyle yapılırsa yapılsın, insanın ruhsal dengesini bozar.”

Buda’ya göre barış, yalnızca dış dünyada değil, bireyin iç dünyasında da sağlanmalıdır.

***

(Sinoplu Diogenes)

Öldürme ve savaş, Batı felsefesinde tarih boyunca önemle tartışılan konular arasında yer almıştır.

Sokrates (İ.Ö. 469–399), çağdaş düşünceyi en çok etkileyen Antik Çağ düşünürlerinden biridir.

Kendisi de toplumsal düzene karşı çıktığı iddiasıyla ölüme mahkûm edilen, ama bunu kendi eliyle baldıran zehrini içerek gerçekleştiren Sokrates, adaleti ve bilgelik temelinde yaşamayı savunur:

“İnsan ahlakı evrensel değerlere dayanmalıdır. Bir eylemin doğru olup olmadığını, niyeti ve erdemle olan uyumu belirler.”

Kendisine haksızlık edenlere bile karşılık vermemeyi savunur: “Hiç kimseye kötülük etmemeliyiz,” der.

Bu anlayış, öldürmeyi ahlaki olarak reddeder. Ancak savaş konusunda doğrudan bir pasifist sayılmaz.

Sokrates’in öğrencisi Platon/Eflatun (İ.Ö. 427–347), "Devlet" adlı eserinde adaletin üstünlüğünü savunur, ancak devlet düzenini sağlamak adına savaş ve öldürmeyi meşru görebilir.

Platon da keyfî öldürmeyi reddeder. Kötülük yapanlar için ölüm cezasını, duruma bağlı olarak, onaylar.

İnsanı “politik bir hayvan” olarak tanımlayan Aristoteles (İ.Ö. 384–322), toplumun düzenini korumak için gerektiğinde öldürmenin uygulanabileceğini söyler.

“Öldürmek ne her zaman kötü ne de her zaman iyidir; bağlama bağlı olarak değerlendirilen bir eylemdir.”

Zenon, Epiktetos, Seneca, Marcus Aurelius gibi, “Stoa” (Sundurma) adı verilen düşünce sistemine bağlı filozoflar, tüm insanlığı bir bütün olarak görür.

“Evrene uygun yaşamak; doğaya ve akla uygun eylemde bulunmak anlamına gelir.”

“Öldürmek, doğaya ve akla aykırıysa kötüdür. Ancak devlet düzenini korumak amacıyla yapılan savaşlar ya da verilen cezalar kaçınılmaz olabilir.”

Hierapolis-Denizlili Stoacı filozof Epiktetos (İ.S. 55–135): “Kimseye zarar vermemek en doğru olandır.” der.

“Zenginler para kazanmayı, yoksullar da onu istemeyi bıraksın, dünya cennet olur.” sözünün sahibi Sinoplu Diogenes (İ.Ö. 412–323) gibi “kinik” (kynik) düşünürler, devlet, savaş, mülkiyet gibi kavramları reddederler.

Roma döneminde ise, ünlü hatip ve düşünür Cicero (İ.Ö. 106–43), haksız yere öldürmenin evrensel bir suç olduğunu belirtirken, vatanı savunmak için öldürmeyi erdemli bir davranış olarak görür. Ölüm cezasını onaylar: “Kamu yararı için öldürmek zorunlu olabilir.”

***

(Hz.Musa ve On Emir-Rambrandt resmi)

Semavi dinlerden Museviliğin “On Emir”inden altıncısı “Öldürmeyeceksin.” der.

Ancak burada kullanılan İbranice kelime “ratzach”, özellikle kasten ve haksız yere adam öldürme (cinayet) anlamına gelir.

Bu buyruk, öldürmenin her türünü değil, "yasa dışı insan öldürmeyi" yasaklar. Diğer bir deyişle, cinayet haramdır.

Ama meşru müdafaa, devlet savaşı, yargı kararıyla infaz gibi durumlar istisna kabul edilir.

Bunlarla beraber, Museviliğin hukuki ve ahlaki kurallarını belirleyen “Talmud”, barışı üstün bir değer sayar. Her savaşın ahlaki sınırlar içinde kalması gerektiğini vurgular.

“Barış yollarını ara ve peşinden git.” (Mezmurlar 34:15)

“Barış, savaştan önce gelir.” “İnsan öldürmek, dünyayı yok etmek gibidir.” (Mişna, Sanhedrin 4:5)

Ancak, barışa karşıt buyruklar da vardır: O zamanlar İsrailoğullarının komşuları ve düşmanları olan Kenanlılar ve Amoriler için bildirilen davranış çok açıktır: Savaşta, “Hiçbirini sağ bırakma.” (Tesniye 20:16–17)

“Tevrat”, barıştan yanadır ama savaştan da vazgeçmez.

***

(Hz.İsa- Temsili Resim)

Tanrı’nın Hz. Musa’ya bildirdiği “On Emir”den biri olan “Öldürmeyeceksin” buyruğu, Hristiyanlığın Kutsal Kitabı “İncil”de de yinelenir. (Çıkış 20:13 – Matta 19:18)

Ancak Musevilikte bu emir kasti cinayet anlamındayken, Hristiyanlıkta genellikle daha geniş yorumlanır ve her türlü insan öldürme ahlaken günah sayılır.

Hz. İsa, “Size kötülük edenlere karşı koymayın... Sağ yanağınıza vurana öbür yanağınızı da çevirin” der. (Matta 5:39)

“Kılıç çekenlerin hepsi kılıçla ölecek.” (Matta 26:52)

İlk Hristiyan toplulukları da şiddetten kaçınmış, Hz. İsa’nın öğretilerine ve “şiddet kullanmama” buyruğuna sadık kalmış, ülkelerini işgal eden Roma ordusunda askerlik yapmayı reddetmişlerdir.

İ.S. 4. yüzyılda, Doğu Roma İmparatorluğu’nda (Bizans) Hristiyanlık devlet dini olunca, savaş kavramı dini bir kılıfa uydurulmuştur.

Sınıflı toplumlarla beraber ortaya çıkan bir kurum olarak “devlet”, hâlâ meşru “şiddet” kullanma tekeline sahip toplumsal bir yapıdır.

Zamanla St. Augustinus ve St. Thomas Aquinas gibi Hristiyan bilginleri tarafından Hristiyan teolojisine “adil savaş” kuramı eklenmiş, bazı koşullar altında savaşın meşru olabileceği kabul edilmiştir.

St. Augustinus’un (İ.S. 354–430) deyişiyle: “Barış için savaş yapılabilir; ama barışa götürmeyen bir savaş Tanrı’ya aykırıdır.”

Katolik Kilisesi’nin bugün de resmi tutumu olan bu kurama göre savaş; meşru bir hükümet ya da kral tarafından ilan edilmeli; zulmü durdurmak, kendini savunmak, intikam değil barış sağlamak amacı gütmeli; kullanılacak güç, elde edilecek yararla orantılı olmalı ve ancak barışçıl çabalar sonuç vermediğinde savaşa başvurulmalıdır.

Hristiyanların diğer kollarından Protestan mezhebinin bazı kiliseleri savaşa karşıyken, bazıları devlet savunmasını meşru görür.

Ortodoks mezhebine göre barış idealdir; ancak savunma amaçlı savaşlar hoş görülür.

Sayıları fazla olmayan Pasifist Hristiyanlar ise her türlü savaşa ve öldürmeye karşıdır.

***

(Hz.Ali-Temsili Resim)

İslam’da da haksız yere insan öldürmek en büyük suçlardan biridir.

Kur’an-ı Kerim’de “Allah, haksız yere cana kıymayın... Kim bunu kasıtla yaparsa, cezası ebedî cehennemdir” (Nisa Suresi, 93); sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur” (Maide Suresi, 32)”, buyrukları vardır.

İslam, temel olarak yaşam hakkını kutsal kabul eder. Ancak bazı olağanüstü durumlarda — meşru savunma ya da adaletin tesisi gibi — sınırlı ve denetimli müdahalelere izin verir.

“İslam’da barış esastır. Ancak saldırıya........

© 12punto