NÜKLEER SİMYACI
BERGAMA’DAN SİYANÜR GÜNLÜKLERİ-18
“Simya ya da Alkimya, Orta Çağdan kalma bir deyimdir.
Metallerin, özellikle kurşunun altına dönüştürülmesini ifade eder.
Bununla birlikte, “ölümsüzlük iksiri” ve “felsefe taşı” gibi, her maddeyi altına çevirebileceği ve ölümsüzlük sağlayabileceği düşünülen efsanevi maddelerin keşfiyle ilgilenir.
Simyacılar hem bilim insanı hem de gizemli bilgilere sahip mistik kişiler sayılırlardı. Matematik, astronomi, felsefe ve teolojiyle iç içe çalışırlardı.
Kolay mı bir maddeyi altına dönüştürmek?
Simyanın sınırlarını tartışan İbn Sina (Avicenna), tıpla simyayı birleştiren Rönesans düşünürü Paracelsusbirer simyacı olarak kabul edilir.
***
(Paulo Coelho)
Brezilyalı yazar Paulo Coelho, dünyanın en çok okunan yazarlarından biridir. Eserleri 80’den fazla dile çevrilmiş, milyonlarca kitabı satılmıştır.
En ünlü kitabı “Simyacı” (The Alchemist) romanıdır.
Coelho bu kitabıyla bize, insanın amacının sadece zenginlik değil, aynı zamanda ruhsal arınma ve evrensel bilgeliğe ulaşmak olduğunu söyler.
Romanın kahramanı Santiago, modern öncesi/düşsel bir zamanda, İspanya’da, Endülüs’te yaşayan genç bir çobandır.
En büyük hayali, bir gün Mısır piramitlerinde saklı olduğuna inandığı bir hazineyi bulmaktır. Rüyalarında defalarca bu hazineyi görür.
Santiago, bu rüyaların bir işaret olduğunu düşünerek çobanlığını bırakır, malını mülkünü satar, hazineyi bulmak için Mısır’a doğru uzun bir yolculuğa çıkar.
Yol boyunca yaşlı bilge Melkizedek, bir cam tüccarı, bir İngiliz simya öğrencisi ve çölde yaşayan bilge Simyacı ile tanışır.
Her karşılaşma ona, “Kişisel Söylence” (PersonalLegend) dediği, hayatta kendi yolunu bulma ve hayallerinin peşinden gitme felsefesini öğretir.
Santiago, çölleri geçerken hem zorluklarla karşılaşır hem de aşkla tanışır.
(Simyacı-Paulo Coelho)
Fatima adlı çöl kızına âşık olur. Ancak bu aşk, onun kendi serüvenini izlemesine, yoluna devam etmesine engel olmaz.
Fatima ona anlayışıyla yardımcı olur. Deyişi derindir:
“Senin yolunu izlemek, senin sevgini beklemek demektir. Çölün kadınıyım ben. Erkeklerimiz çölü terk ederler, sonra geri dönerler.”.
Yoldaşı Simyacı da yürüyüşünü teşvik eder:
“Gerçek hazine insanın kalbinde ve kendi yolculuğundadır.” der.
Santiago, Mısır’a, piramitlere ulaştığında, bulmak için onca yol katettiği hazinenin orada olmadığını öğrenir.
Yolculuk sırasında kazandığı tecrübelerin ve öğrendiklerinin gerçek değer olduğunu anlar.
Aradığı hazine, yolculuğa başladığı yerde — İspanya’daki eski kilise harabelerinde — gömülüdür.
Ama bu hazine altın değil, yaşadığı yolculuk ve içsel değişimdir.
Santiago’nun “simyası”, sıradan bir insan olmaktan dönüştüğü “bilgeliktir”.
Yazar Paulo Coelho kitap boyunca okura bilinç açıcı ifadeler sunar:
“Bir şeyi gerçekten istersen, onu elde etmene tüm evren yardım eder.”
“Hazinenin bulunduğu yer, kalbinin mutlu olduğu yerdir.”
“Kendin olma cesaretini gösterdiğin an, mucizeler başlar.”
“Korku, acıdan daha kötüdür.”
“Yolculuk, varış noktasından daha değerlidir.”
***
Altın, doğada nadir bulunan, parlak sarı renkli, kolay işlenebilir ve kimyasal olarak son derece kararlı bir metaldir.
Bu özellikleri, onu binlerce yıldır değerli kılmıştır — hem süs eşyası hem de ekonomik bir sembol olarak.
Doğada az bulunur. Dünya kabuğunda çok düşük oranda yer alır.
Tüm dünyada bugüne kadar çıkarılmış altın, yaklaşık 200.000 ton civarındadır. Bu miktar, sadece bir olimpik yüzme havuzunu dolduracak kadar azdır.
Kimyasal olarak kararlıdır. Oksitlenmez, paslanmaz, kolay kolay çözünmez.
Altın, yalnızca “aquaregia” (kral suyu) adı verilen çok güçlü bir asit karışımında çözünür. Bu karışım, üç ölçü hidroklorik asit (HCl) ile bir ölçü nitrik asidin (HNO³) karıştırılmasıyla elde edilir. Aquaregia içinde altın, iyonlarına ayrışarak çözünür hâle gelir.
Bu yüzden tarih boyunca toprağa gömülmüş altınlar bile bozulmadanbulunabilmiştir.
Çok yumuşaktır, kolay işlenebilir. Bir gram altın, bir metrekarelik yaprak haline gelinceye kadar dövülerek inceltilebilir.
Kuyumculukta ve sanatta kullanım için son derece uygundur.
Bu bağlamda, antik çağlardan beri zenginlik, güç, tanrısallık ve sonsuzlukla ilişkilendirilmiştir.
Eski Mısır’da, tanrıların teninin altından olduğuna inanılırdı; Antik Roma’da ise altın, egemenliğin simgesi kabul edilirdi.
Neredeyse tüm uygarlıklarda para, mücevher ve takas aracı olarak kullanılmıştır.
Modern ekonomide de güven unsurudur. Kendi varlığıyla değer taşıyan bir "güvenli liman"dır. Enflasyondan bağımsızdır. Merkez bankaları rezerv olarak altın tutar.
Özetle: “Altın çok değerlidir; çünkü nadirdir, bozulmaz ve sonsuzmuş gibi görünür.”
***
(İlk simyacılardan-Paracelsus: 1493-1541)
Tarih içinde, derelerde çakıl taşları arasında, kayalar içinde oluşmuş altın damarlarında ve diğer metallerle karışmış külçe hâlinde bulunan altın; kolay zenginlik sağladığı için, her zaman insanların peşinden koştuğu bir maddedir.
Ancak zamanla, doğal hâlde var olan altın tükenmiştir.
Özellikle Orta Çağ’da, metalleri gizemli yöntemlerle altına dönüştürme çabaları “simyacılık” olarak kabul edilmiştir.
Birçok bilginin ömrü, böyle bir dönüştürücü maddeyi aramakla, keşfetmekle geçmiştir.
Ne var ki, böyle bir büyülü madde hiçbir zaman bulunamamıştır.
İşte bu umutsuz arayışta edinilen tecrübeyi, bilge kişiler insanın olgunluğa erişme çabası olarak nitelemişlerdir.
“Simyacı”, hem maddi hem de manevi gücü arayan kişi olarak görülmüştür.
Sonra, “siyanür” (CN) denen, evrenin en tehlikeli zehirlerinden biri sahneye çıkmış; kayada, toprakta çok az miktarda bulunan altını ayrıştırmak için kullanılmaya başlanmıştır.
Bu, bir kimyasal işleme dönüşmüş; toprakta altın ve gümüşle birlikte bulunan arsenik, kadmiyum, kurşun, bakır gibi “ağır metal” denilen zehirli maddeler, altın alındıktan sonra doğaya atık olarak hoyratça bırakılmıştır.
Bu süreç, doğanın ölümüne yol açmış, canlı yaşamı için büyük bir tehdit oluşturmuştur.
(Siyanür tuzu)
Altının kükürtle (S) birlikte bulunduğu cevherlerde ikincil bir zehirli işlem devreye sokulmuştur.
Topraktan kükürdü uzaklaştırmak için “sülfürik asit” (zaç yağı) kullanılmış; bu işlem sırasında açığa çıkan, zehirli bir gaz olan kükürt dioksit doğaya bırakılmıştır.
Ardından geride kalan toprak siyanürle işlenerek altın elde edilmiş, ancak bu süreçte zehirli ağır metalli atıklar çevreye saçılmaya devam etmiştir.
Baştan sona, çeşitli zehirlerin ortalıkta cirit attığı bu sistem, yaklaşık bir yüzyıldır dünyanın her tarafında doğayımahvetmekte, hastalıklara ve ölümlere neden olmaktadır.
Bu tehlikeli yöntemi kullanan; pisliği ve zehri topluma, altının getirdiği zenginliği ise kendi cebine atan siyanürcüler, bir ahtapot gibi kollarıyla ülkeleri sarıp toprağındaki altını emmektedir.
Siyanürlü altıncılıkla, dünya kapitalizmi en vahşi yüzünü açıkça göstermektedir.
(Erzincan-İliç siyanürlü altın madeninde ölen işçileri arayan iş makineleri)
***
İnsanlık servetine böyle acımasızca el konması, çevrenin harap edilmesi, doğanın zehirlenmesi, insanlığın bugünü ve geleceği için büyük bir tehdittir.
Dünyanın akil insanları elbette bunun bilincindedir.
Bu işlemlerin yaşamlarına verdiği zararın farkında olan kitleler, bu tür işletmelere karşı çıkmakta; doğanın ve insanın “yaşama hakkını” savunmaktadır.
Giderek yaygınlaşan bu tepkiler, önemli toplumsal olaylara da yol açmaktadır.
Bu durum bağlamında, bilim insanları, kimi özel girişimciler ve devlet........
© 12punto
