menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Ortadoğu ateş çemberinde Türkiye ekonomisi: Sarsılan dengelerden artan risklere, fırsatlardan stratejik dönüşüme

13 1
20.06.2025

Ortadoğu’da fitili yeniden ateşlenen İran-İsrail savaşı, yalnızca bölgesel bir çatışma değil; Hürmüz Boğazı’ndan Türkiye’nin finansal piyasalarına, enerji arzından turizme ve toplumsal dengelere kadar uzanan kırılgan bir zinciri harekete geçiren sarsıcı bir jeoekonomik depreme dönüşmüştür. Petrolde dışa bağımlılık, yükselen CDS primleri, kur baskısıyla tetiklenen enflasyon ve olası göç dalgaları, Türkiye ekonomisinin dış şoklara karşı ne denli savunmasız olduğunu bir kez daha gözler önüne sererken; aynı zamanda, yıllardır ertelenen yapısal reformlar için önemli bir fırsat penceresi de açmaktadır.

Bu kriz sadece askeri ve siyasi bir sorunla sınırlı kalmamış; küresel ekonomik dengeleri sarsacak boyutta bir dalga etkisi yaratmıştır. Gelişmeler, Türkiye’nin halihazırda kırılgan olan ekonomik yapısının dışsal şoklara karşı ne kadar dirençsiz olduğunu açıkça göstermektedir. Enerji, finans ve reel sektör ekseninde çok katmanlı baskılar doğuran bu kriz, Türkiye’yi yalnızca sarsmakla kalmayıp; aynı zamanda yapısal sorunlarını çözerek “kırılganlıktan dirence” geçiş için tarihi bir fırsat da sunmaktadır.

Enerji Fiyatlarındaki Şok ve Enerji Arz Güvenliği Açısından Türkiye’nin Stratejik Kırılganlığı

İran-İsrail gerilimi, küresel enerji ticaretinin kalbi niteliğindeki Hürmüz Boğazı’nı yeniden uluslararası gündemin merkezine taşıdı. Günlük yaklaşık 20 milyon varil petrol ve 306 milyon metreküp LNG’nin geçtiği bu dar geçidin, ABD ve İngiltere’nin sürece müdahil olması hâlinde İran tarafından kapatılma riski, enerji fiyatları üzerindeki yukarı yönlü baskıyı artırdı.

Geçmişte ABD ile Çin arasında yaşanan ticaret savaşı döneminde Brent petrolün varil fiyatı 58,60 dolara kadar düşerek Şubat 2021'den bu yana en düşük seviyesini görmüştü. Ancak yaşanan son çatışmaların ardından Brent petrol yeniden yükselişe geçerek 75 doların üzerine çıktı. Bu bağlamda, fiyatların 100 dolara ulaşması artık uzak bir ihtimal değil.

Türkiye, enerji ihtiyacının ’ını ithal eden ve doğalgazda da yüksek oranda dışa bağımlı bir ülkedir. Üstelik bu ithalatın önemli bir kısmı İran ( doğalgaz), Rusya (p petrol), Irak (% petrol), Azerbaycan ( doğalgaz) ve Kazakistan’dan (%5 petrol) gerçekleştirilmektedir. Bu durum, Türkiye’yi yalnızca fiyat dalgalanmalarına değil, aynı zamanda arz güvenliği risklerine de açık hâle getirmektedir.

Türkiye’nin enerji arz güvenliğinde karşı karşıya olduğu yapısal sorunlar dikkat çekicidir. Öncelikle enerji ithalatı birkaç ülkeye yoğunlaşmış durumdadır; bu da jeopolitik gelişmelere karşı kırılganlığı artırmaktadır. Diğer yandan, sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) altyapısı henüz yeterince gelişmemiştir; bu durum hem kaynak çeşitliliğini hem de piyasa esnekliğini sınırlamaktadır. Ayrıca yenilenebilir enerji yatırımları her ne kadar artıyor olsa da, toplam enerji üretimi içerisindeki payı hâlâ hedeflenen seviyenin altındadır. Bu üçlü tablo, Türkiye’nin enerji politikasında köklü bir dönüşümü zorunlu kılmaktadır.

Enflasyon ve Maliyet Zinciri Üzerindeki Baskılar

Savaşlar, pandemiler ve doğal afetler gibi gelişmeler, arz yönlü şoklar yaratarak aynı anda durgunluk ve enflasyonun görüldüğü “stagflasyon” riskini artırır. Enerji fiyatlarındaki hızlı artış, bu riski Türkiye açısından daha da derinleştirmektedir. Petrol fiyatlarının 100 doları aşması, tedarik zincirlerinde kırılmalara ve iç talepte daralmaya neden olabilir.

Yapılan tahminlere göre, petrol fiyatındaki her 10 dolarlık artış, Türkiye’de enflasyonu %1,5 – 2 oranında yükseltmekte ve cari açığı yaklaşık 4 milyar dolar büyütmektedir. Fiyatların 120–130 dolar bandına çıkması durumunda, ilave 25–30 milyar dolarlık bir cari açık riski doğmaktadır. Bu durum döviz talebini artırırken, kur ve enflasyon üzerinde ciddi baskı yaratmakta; faiz oranlarının yüksek seyretmesine, ekonomik büyümenin ise zayıflamasına yol açmaktadır.

Aynı zamanda, Türkiye’nin İran ve İsrail gibi dış ticaret fazlası verdiği ülkelere yaptığı ihracatın azalması, döviz arzını daraltabilir. Bölgesel risk algısının artması ise İran’dan gelen turist sayısında düşüşe ve genel olarak Türkiye’ye olan ilgide azalmaya yol açabilir. Bu gelişmeler, ihracat ve turizm kanallarında kayıplara, dolayısıyla kur ve enflasyon üzerinden yeni ekonomik kırılganlıklara neden olabilir.

Yükselen enerji fiyatları yalnızca yakıt ve ısınma maliyetlerini değil; üretim zincirinin tamamını etkilemektedir. Sanayi, inşaat, tarım ve ulaştırma gibi sektörlerde girdi maliyetleri artarken; Süveyş Kanalı ve Kızıldeniz’deki güvenlik riskleri navlun ve sigorta giderlerini yükseltmektedir. Bu durum ÜFE üzerinde baskı yaratmakta, ardından gecikmeli şekilde TÜFE’ye yansımakta ve tüketici fiyatlarında sert artışlara neden olmaktadır.

Tüm bu dinamikler ışığında, hükûmet tarafından dillendirilen “dezenflasyon” süreci yavaşlamış; fiyat istikrarına ulaşmak daha uzun vadeli ve zorlu bir hedef haline gelmiş olacaktır.

Üretim ve Sanayide Daralma Riski

Enerji ve döviz kuru maliyetlerindeki artış, özellikle KOBİ’ler ile ithal enerji........

© 12punto