Sabah savaşa uyanmak: Bu dünya düzeni sürdürülebilir mi?
Diyelim ki Donald Trump sahiden bir “çılgın” hatta “deli”dir. Klinik derecede narsist ve egoisttir.
Diyelim ki Binyamin Netanyahu kendi siyasi geleceğinden başka bir şeyi düşünmeyen, bu uğurda en temel insani özelliklerinden bile vazgeçmiş bir siyasi oportünist ve narsisttir.
Tamam da, bu kişisel özellikler onlara bütün dünyayı ateşe atacak, insanlığın bunca zamanda, ama en çok 20. yüzyılın ikinci yarısında yıllarca uğraşarak oluşturduğu uluslararası hukuku ortadan kaldırma, hukukun yerine yeniden orman kanunlarını geçerli kılma hakkını verir mi?
Diyeceksiniz ki uluslararası hukuk ilk kez Donald Trump ve Binyamin Netanyahu tarafından yok edilmiyor; onlardan önce kaç tane Amerikan Başkanı ve İsrail Başbakanı oldu, hukuku ve insan onurunu hiçe sayan işlere kalkışan.
Kaldı ki bunu yapan sadece Amerika ve İsrail de değil. Rusya’nın Ukrayna’ya yaptıkları, Çin’in Tibet’e ve Sincan’a yaptıkları, Afrika’da yaşananlar, Haiti vs vs bir sürü örnek sıralanabilir.
Ancak kabul etmek gerekir ki, bu sabaha karşı Amerika’nın İran’a düzenlediği saldırıyla birlikte geçmişin bütün bu uluslararası hukuk ihlalleri tamamen yeni bir aşamaya geçti.
Bir an için İsrail ile İran arasında uluslararası hukukun hoşuna gitmese de tanımladığı türden bir “meşru” savaş olduğunu varsaysak bile Amerika’nın bir üçüncü ülke olarak bu savaşa dahil olması kabul edilebilir bir şey midir?
Kaldı ki ne İsrail’in İran’a yönelik saldırıları ne de İran’ın ona yönelik saldırıları herhangi bir biçimde “meşru” sayılabilir.
Üniversitede “Milletler Hukuku” okurken, bu hukukun kaydettiği önemli mesafeler için bazı kilometre taşları anlatılmıştı. Elbette uluslararası hukukun başlangıcını ta Hititler ile Mısır arasındaki Kadeş anlaşmasına kadar götürmek, oradan Roma İmparatorluğuna gelmek vs mümkün ama modern anlamda uluslararası hukuk 1648 yılında yapılan meşhur Westphalia Barış anlaşmasıyla başlar. Bu anlaşma sayesinde “ulusal egemenlik” konusu tanımlanır ve egemen ulusların birbirleriyle yaptıkları anlaşmaların “uluslararası hukuk”u oluşturduğu, kalıcı olacağı prensip olarak kabul edilir.
Ardından yaşanan önemli aşamaların tamamının (1814-15 Viyana sözleşmesi, 1919 Versay Barış Antlaşması, 1919 Cemiyeti Akvam Sözleşmesi, 1945 San Francisco Birleşmiş Milletler sözleşmesi) büyük savaşların ardından geldiği unutulmamalı.
Zaten BM anlaşmasında da açıkça yazıldığını görürsünüz, uluslararası hukuk egemen uluslar kendi aralarındaki sorunları savaş yoluyla değil barışçıl yöntemlerle çözebilsinler, hatta böyle sorunlar hiç yaşanmasın diye vardır.
Benim de........
© 10 Haber
