menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Çin Ne Melek Ne Şeytan: Türkiye İçin Dersler ve Fırsatlar

21 0
24.08.2025

Çin 21. Yüzyılda süper güç oluyor. Güçlü yanlarının yanı sıra zayıf yanları da var. Türkiye “Birlikte ne yapabiliriz?” diye yaklaşmalı.

Bizim dünyamızda sık rastlanan bir refleks var: Bir ülkeyi ya göklere çıkarırız ya da yerin dibine batırırız. Çelişkilerin iç içe geçtiği gri tonlara sabrımız yoktur. Çin, bu uç yaklaşımların en çok esir aldığı ülkelerden biri.
Bir bakış açısına göre Çin, çağımızın en büyük mucizesi. 1,4 milyarlık nüfusuyla dev bir tüketim pazarı; disiplinli işgücüyle küresel üretim üssü. Üzerimizdeki tişört, cebimizdeki telefon, garajımızdaki elektrikli araç ya da çatımızdaki güneş paneli Çin’in tedarik zincirine dokunuyor.
Üstelik bu yalnızca ucuz üretim değil; yapay zekâ, kuantum teknolojisi, biyoteknoloji ve yeşil enerji gibi geleceğin alanlarında öncü adımlar atan, “köylüler ülkesi” imajını çoktan geride bırakmış bir dev. Kuşak–Yol girişimiyle Asya’dan Afrika’ya, Orta Doğu’dan Latin Amerika’ya uzanan köprüler, limanlar, demiryolları inşa ederek yalnızca mal değil, etki de ihraç ediyor.
Bu açıdan bakıldığında Çin, 21. yüzyılın kaçınılmaz süper gücü gibi görünüyor.

Ama öteki bakış açısı bambaşka bir tablo çiziyor: Dev bir bina ama çatısı çatırdıyor. 1990’larda yüzde 14’lere çıkan büyüme bugün yüzde 4–5 bandına sıkıştı. Emlak balonunun patlaması milyonlarca haneyi sarstı. Üniversite mezunu gençlerin yüzde 20’si iş bulamıyor; “tang ping” (yatarak yaşama) ve “bai lan” (boş verme) akımları yaygınlaşıyor. Nüfus üst üste üç yıldır küçülüyor, hızla yaşlanıyor; Hindistan en kalabalık ülke unvanını aldı.
Kadın–erkek dengesizliği sosyal dokuda yeni fay hatları yaratıyor. Yerel yönetimlerin borç yükü bankacılığı tehdit ediyor. Dışarıda da çember daralıyor: ABD ve Avrupa “de-risking” stratejisiyle bağımlılığı azaltıyor; QUAD ve AUKUS ittifakları Çin’in manevra alanını kısıtlıyor. Böyle bakıldığında Çin, devasa ama kırılgan bir yapı; küresel sistemi taşıyacak kadar sağlam değil.
Gerçek, ne ilk bakıştaki mucize kadar parlak, ne de ikinci bakıştaki çöküş kadar karanlık. Çin ne melek ne de şeytan. Kendi çelişkileriyle hem hayranlık uyandıran hem de kaygı veren bir fenomendir. Onu anlamak için siyah–beyazın ötesine, gri tonların derinliğine bakmak gerekir.

Ömrümün önemli bir kısmı, 1989’dan bu yana Çin’le yakın temas içinde geçti. Bu ülkede yaşadım, çalıştım, sokaklarında yürüdüm, sofralarında oturdum, iş ve dostluk şebekeleri kurdum. Hâlâ da o bağ devam ediyor. Dilini, kültürünü, tarihini, siyasetini, liderlerini; güçlü ve zayıf yanlarını bizzat öğrendim, gözlemledim, içinden yaşadım.
1989–1991 yılları, Çin’in kaderinde kritik bir dönemeçti. Tiananmen Meydanı’nda özgürlük talepleri tankların gölgesinde susturuldu. O meydandaydım, gördüklerim beni şok etti. Çin tarihindeki bu katliam hâlâ unutulmadı; devlet ve parti özür dilemedi.
Ülke bir yol ayrımına geldi: siyasal açılım mı, ekonomik büyüme mi? Pekin yönetimi kararını verdi, ikincisini seçti. Daha fazla demokrasi, Deng Xiaoping’in deyişiyle uzun Çin katarının raydan çıkmasına yol açabilirdi.

Batı’nın yaptırımlarla Çin’i uzun süre dışlaması........

© yetkinreport.com