Ömer Onay, yolun kutlu olsun…
Ahmet Taşağıl Hoca ile sohbet ederken, “Bozkırın Çocukları” adlı bir senaryo üzerinde çalıştığımızı, hikâyemizin adını, “Gök Tengri’nin Çocukları” kitabından esinlenerek koyduğumuzu ve aslında tarih öncesi denilen ve Turan coğrafyasına ait verilerin çok az olduğu bir zamanı işlemek istediğimizi anlatmıştım. Bir rüya geçek oluyormuş gibi heyecanlanmıştık. Hatta o konuşmada Hoca’ya anlattığımız bazı sahneler hem Ahmet Hoca’yı hem de sohbetteki diğer arkadaşları çok etkilemişti. Logline şahane, sahneler tek tek güzeldi ama ortada eksik olan çok önemli bir şey vardı: Elimizde -tarih öncesinin Turan’ında yaşama dair- “ikonografik” birikim yoktu! Altın Elbiseli Adam, Pazırık Halısı, Lolan Güzeli, kemer tokaları, balballar, yay uçları, kam davulları, tabii Orhun Anıtları ve çok sonraları Siyah Kalem resimleri gibi farklı farklı dönemlere ait binlerce materyal ve objenin modern sanatlarla yorumlanıp görsel işitsel şölene dâhil edilebilmesi için hazırlanması gerekliydi.
Mesela evet destanlarımız, Dede Korkut hikâyelerimiz, Şehname’de anlatılan Efrasiyab, İran, Roma, Doğu Roma, Kuzey halkları destanlarında farklı Turan boylarının özgün hikâyecikleri vardı ama bunların modern sanatlar marifetiyle işlenerek “ikonografik” birikime dönüştürülmesi gerekiyordu. Böyle bir birikimin sinemada kullanımı, gelenekselleşmesi çok önemli midir? Evet! Nitekim milyarlarca lira harcanarak çekilen Selçuklu ve Osmanlı dönemlerini anlatan filmlerin bilhassa “görsel betimle”de nasıl çuvalladıklarını hepimiz biliyoruz! Oysa mesela Rönesans tablolarından yola çıkarak film sahnesi açan Avrupalı yönetmenlerin eserlerindeki estetik ihtişam ve gerçeklik........
© Yeniçağ
