Barışa giden yol, susturulan muhalefetten geçmez
Türkiye’nin yakın tarihine baktığımızda, barış kelimesinin en çok konuşulduğu, hakkında şiirler yazıldığı, besteler yapıldığı, dile getirildiğinde çoğu zaman zindanların boylandığı, siyaset sözlüğünde belki yasakların en başından geldiği ama en az sahiplenildiği ülkelerden biri olduğumuzu acı bir şekilde hatırlarız. Barış’ı sahiplenmek, toplumsal barışın mücadelesini vermek, Barış’ı inşa etmeye çalışmak, barış denemelerinde bulunmak her zaman baskılarla karşılık bulmuştur. Kürt halkının özgürlük mücadelesi onlarca yıl bastırılmaya çalışıldı, bastırılamadığında ise “çözüm süreci” adı altında manipüle edildi. Bugünse tablo daha karmaşık ama aynı ölçüde tanıdık: İktidarın barışa dair hiçbir somut adım atmaması, buna karşılık muhalefetin, özellikle de CHP’nin sistematik olarak etkisizleştirilmesi, “yeni bir çözüm umudu daha doğmadan boğuluyor” algısı yaratılmaya çalışılıyor. Bilinmelidir ki Barış’a gidilen yol susturulan muhalefetten değil toplumsal ikrarlaşmadan geçer.
Çözüm değil, seçim süreciydi
AKP iktidarı, 2013-2015 arasında Kürt sorunu üzerinden başlattığı süreci, kalıcı barıştan çok siyasi kazanç için kurguladı. Bugün o döneme dair “cesur adımlar” olarak gösterilen hamlelerin bile, gerçekte toplumsal barışı değil, iktidarın oy hesaplarını öncelediği anlaşılıyor. Süreç kapandığında ise sadece diyalog değil, umut da susturuldu. “Barış denemeleri” akamete uğratıldı. Şimdi ise iktidarın, çözüm süreci için somut adımlar atmak yerine, süreci zamana yayması esas itibarıyla toplumu da tedirgin etmektedir. Acaba hükümetin farklı bir yönelimi mi olacak, dengelere mi oynuyor, oy kaygısı mı var şeklinde bir anlayış söz konusudur.
Artık barış sadece ötelenen değil, aynı zamanda bastırılan bir talep haline geldi. Kürt halkının talepleri karşısında “milliyetçi oy dengesi”ni gözeten bir siyaset anlayışıyla barış inşa edilemez. Hele ki bu süreç, muhalefetin tamamen devre........
© Yeni Yaşam
