Küçük dükkanları aşmanın zamanı
Bir gün hapishanenin ring aracıyla hastaneye götürülmüşüz. Altı yedi kişi küçücük bir ringdeyiz. Aynı odalarda, hücrelerde kalanlardan değiliz. Dahası farklı siyasal kimliklerimiz var. Kimimiz birbirimizi gıyaben tanıyoruz. Ama tanımasak da böyle sınırlı hallerde bir araya gelmenin imkanlarından hızlıca ve soluk soluğa yararlanmaya çalışıyor, hemen sohbet etmeye başlıyoruz. Ülkenin durumu, siyaset bu sohbetlerin ilk meselesi tabii. Yine böylesi günlere benziyor siyasetin güncel hali. 2013 yılı. İmralı’ya heyetler gidip geliyor. Bazen ortam çok gergin, her an “süreç” kapanacak gibi. Bazen de neredeyse artık dışarıya çıkmanın önünde fazla bir engel kalmadı gibisinden bir rahatlık. Kim nerede, ne yapacak? Kurgular hiç bitmez böyle durumlarda. Beşir Atalay’ın her konuşması neredeyse bir ninni gibi geliyor! Hele de “demokratikleşiyoruz arkadaşlar” demesi yok mu?
Tam bu günler işte…
“Bu devlete nasıl güvenirsiniz?” diyor biri. Bu devleti mi, yoksa devlet denilen yapılanma için mi soruyorsun bu soruyu diyorum ben de. “Elbette bu devlete” diyor hemen. Neden, diyorum. Başka bir devlet olsa güvenmemiz gerektiğini söyleyecek miydi, bilmiyorum. Bunu sormadım tabii. “Biz bu devleti iyi tanıyoruz” diyor. Şu kadar mücadele, şu kadar silahlı güç, milyonlarca taraftarı, yurtseveri oluşmuş bir Hareket… Söylemiyorum tabii bunları. Kendi kendime söylüyorum. Kimliksiz bir halkın varlık bulması, özgürlüğünü kalıcılaştırmasının amansız mücadelesini yürüten bir Hareket ne yapar acaba bu durumlarda? Onun militanları, kadroları, taraftarları… İyi de bu devlete güvenmem mi gerekiyor barışmak için diyorum, aklımdan geçenleri dile getirmeden. “Biz mutlaka bu devletin yıkılması gerektiğini biliyoruz” diyor. Anlıyorum aklı kendisi ile çalışıyor. Beni, bizi anlayacak hali pek yok. Devletle olan ilişkide, hatta onunla müzakere yapmada siyasetin........
© Yeni Yaşam
