TANRI’NIN KUTLU ELÇİSİ
Ebülfez Elçibey’ime sevgi ve özlemle…
Uzun boylu, kurt bakışlı, vakur duruşlu bir adamın elinde bir bayrak dalgalanıyor. Altında milyonlarca insan saf tutmuş, Türk’ün yeniden cihangir olacağı güne doğru kol kola, omuz omuza cesaretle yürüyor. Kendilerine duydukları güven, bayrağı elinde tutan o koca gönüllü insandan geliyor. Biliyorlar ki ne olursa olsun, yolun sonunda ölüm bile olsa Beyleri onları bir başına, garip ve kimsesiz bırakmaz. Bey, öyle bir insan ki geçmişte bütün yalnız kalmışlığına rağmen milletine küsmemiş, evlatlarının kendisine attığı taşları gül eylemiş, gözünden akan yaşları silip yoluna devam etmiş… Bütöv Azerbaycan ve Turan davasından geri dönmemiş. “Orada bir yol var uzakta, o yol bizim yolumuzdur. Dönmesek de varmasak da o yol bizim yolumuzdur.” dediği Türk milliyetçiliği yolunda emin adımlarla ilerlemiş… Arkasından ağlayanların “Oy Milletimin Beyi’” diyerek ağıt yaktığı bir büyük Bey olmuş: Ebülfez Elçibey…
Meydanda binlerce insan toplanmış. Herkes Türk milletinin büyük Bey’ini muhabbetle, sevgiyle, gelecek güzel günlerin umudu ile dinliyor; Bey de kendisine umutla bağlı kalabalığa büyük bir sevgi duyuyor. Onun kendinden emin duruşu, göğsünü cümle zorluğa korkmadan siper edişi, onun izinden ilerleyen nesiller için hem gurur hem cesaret kaynağı oluyor. Kurduğu cümleler; Azatlık Meydanı’nda onu dinleyen, yıllardır acı, işkence ve soykırıma uğramış binlerce insana geleceğe dair güzel ve ümitli hayaller kurduruyor. Konuşmasına çok sevdiği Tanrı’ya seslenerek başlıyor: “Ey Ulu Tanrı, düşüncenin ve duygunun anladığı ve anlamadığı ne varsa Sen’den başlar. Ulusan, Ucasan, Böyüksen… Alkış Sene de, bütün yarattığına da, yarattığın ve sevdiğin Türklerine de…[1] Binlerce yıl Türk’ün adaleti altında talihinin en mesut zamanlarını geçiren insanoğlu, Türkler bin bir parçaya bölünüp dağıldıktan sonra bedbaht oldu. Sen, asil hizmetkârın ve dininin sancaktarı Türk milletini yeniden cihangir kıl…”
Kalabalığın içinden yaşı ellilerde bir erkek, büyük bir heyecan ve hayranlıkla dinlediği bu “Kutlu Kişi”nin duasına âmin derken, onun mücadele dolu hayatını gözlerinden akan yaşları silerek hatırlıyor.
1938 yılının Haziran ayında, Keleki köyünün Haliloba yaylasında doğduğu gün, Azerbaycan’ın bağımsızlık mücadelesi için bir liderin dünyaya geleceğini bütün milleti anlamıştı. Elçibey’in doğumu sırasında gelip doğum boyunca uluyan o bozkurt, önce Azerbaycan’a sonra bütün Türk dünyasına bir elçinin geldiğini haber etmişti. Bütün bir hayatı ise bu haberin doğruluğuna bir delil olmuştu. Daha ufak bir çocukken sırf Türk oldukları için vatanlarını terk etmek zorunda kalan insanları görmek onu hayli etkilemişti. Türk düşmanı İran Şah rejiminden canlarını kurtarıp Aras’ın öte tayındaki millettaşlarının gönüllerine sığınan bu insanların acı halleri, Bey’in zihnine “Bütöv Azerbaycan” tohumlarını daha o yaştayken ekmişti.
Lise yıllarında emsalleri oyun oynarken o sürekli kitap okumuştu. Türkmençay Anlaşmasından sonra Azerbaycan topraklarının Rusya ve İran arasında taksim edildiğini, bir milletin arasına akmayasıca Aras’ın girdiğini henüz çocuk yaşta öğrenip çevresine de bunu anlatmakla kendini vazifeli görmüştü. Üniversite hayatı da aynı şekilde geçmişti. Ömrünü vakfedeceği davasının ilk adımlarını bu dönemde atmıştı. Arkadaşlarıyla birlikte kaldığı ‘41’ numaralı yurt odasını, Azerbaycan’ın bağımsızlığının temellendiği bir yer haline getirmişti. Bu odaya bir şekilde yolu düşen her genç “Azerbaycan’ı sömürge olmaktan, Azerbaycan Türklerini ise köle olmaktan kurtarmaya; bağımsızlık yolunda yılmadan mücadele etmeye” yemin ediyordu. Bu uğurda neler yaşamamış, neler geçirmemişlerdi ki? Bağımsızlık mücadelesinin ilk adımı olan Müsavat Partisi’nin 1936 yılına ait parti programını, SSCB gümrüğünden ölümü bile göze alarak geçirmişlerdi. Arapça ders notlarının satırları arasına kelime kelime parti programını yazmışlar ve Bakü’ye getirmişlerdi.
Okuldan mezun olduktan sonra ise faaliyetlerine hız vermiş ve bu hâli KGB’nin gözünden kaçmamıştı. 3-5-7 ve 9 ‘ar kişiden oluşan zümrelere sahip gizli bir teşkilat kurmuş ve onlara rehberlik etmişti. Yaptığı sohbetlerin birinde şöyle demişti: “Azerbaycan Türkü, birinci növbede öz milli varlığını derk etmeli, özünü, öz halkını, öz dilini, öz tarihini, medeniyyetini, vatanını derinden öğrenip bilmeli, sevmeli, korumalı, yükseltmeli ve onlara sahip çıkmayı başarmalıdır.”[2] Bu sözü SSCB’yi çok rahatsız etmiş ve SSCB karşıtı propagandasını durdurması için defalarca uyarılmıştı. Hatta bir seferinde tutuklanmaması için Sovyet lehine, Türkiye aleyhine bir makale yazması istenmişti fakat hocası tarafından yapılan bu teklif Elçibey........
© Yeni Ufuk Dergisi
