Kurban kıssası üzerinden bir Medeniyet Tasavvuru: İbrahim, İsmail ve Kurbanlık nerede? (2)
MTO’nun en parlak talebelerinden Azerbaycan temsilcimiz Vuqar Azizof kardeşimizin kurban kıssası üzerinden nasıl zihin açıcı bir medeniyet mefkûresi geliştirile-bileceğini gösteren nefis yazısının son bölümünü sizlerle paylaşıyorum. Bayramı bayram gibi yaşayacağımız günleri de görmeyi Rabbimin lûtfetmesi niyazıyla…
***
TARİHTE KURBAN KISSASININ TEZAHÜRÜ: İBRAHİMÎ RUHUN DİRİLİŞİ VE OSMANLI’NIN İNŞASI
Kurban kıssası, tarih boyunca sadece bireysel değil, aynı zamanda toplumsal ve medenî bir inşa şeması olarak da kendini göstermiştir. Moğol istilalarıyla adeta bir ateşe atılan Türk-İslâm dünyasında, İbrahimî ruh yeniden dirilmiş; ilim, irfan ve hikmetle küllerinden yükselmiştir.
Gazâlî ilimle, İbn Arabî irfanla, Mevlânâ hikmetle bu ruhu tek başına taşıyan İbrahimî şahsiyetler oldular.
Onlar bir medeniyeti sırtlanarak, sadece fert olarak değil, adeta ümmetin bütün yükünü çeken İbrahim ümmeti oldular. Her biri, çağlarının putlarını yıkan, ateşlere yürüyen, sistemlerin içini Tevhid’le dolduran kurucu nefeslerdi. İbrahim kıssası, onların ilmî, manevî ve irfanî yolculuklarında yeniden tecelli etti.
Ve nihayet, bu İbrahimî şahsiyetlerin taşıdığı ruh, sadece ferdî düzeyde kalmadı; devlet formuna büründü. O devletin adı Osmanlı’ydı. Bu, bir hanedanın değil; İslâm’ın tarihî derinlikteki hakikatinin tezahürüydü. Osmanlı, bir “devlet”ten önce, bir “emanet”ti.
Osmanlı’yı kuranlar İsmail gibi adanmış ruhlardı. Onlar, teslimiyetin ne demek olduğunu kanla, duayla ve cihadla gösterdiler. En başta padişahlar, kendilerini bu kutsal yükün kurbanı kabul ettiler.
Ertuğrul Gazi, hayvancılığı kolaylaştırmak için değil; İslam’ın ruhunu sınırda yaşatmak için Bizans’a komşu oldu. Bu bir ticarî değil, manevî bir nöbetti. Hakikat aşkı orada alevlendi ve beşerî alevi söndürdü. Bu alev, bir milletin değil; bir ümmetin yürek yangınıydı.
Osman, Orhan, Murad ve Bayezid, Fatih gibi padişahlar, İsmail gibi........
© Yeni Şafak
