Öteki Kıbrıs
Hiç unutamadığım bir akşamdır: 2008’in sonbaharında, kıymetli kardeşim Burak Bahadır Bilgin’le köşe-bucak Kıbrıs’ı adımladığımız seyahat sırasında yolumuz Lefke’ye düşmüştü. O dönemde Kıbrıs’ta açık -ve namaz kılmaya uygun biçimde temiz- cami bulabilmek ciddi meseleydi. Akşam namazını kılabile-ceğimiz bir yer ararken uzaktan bir minare fark ettik, hemen direksiyonu o tarafa kırdık. Camiye ulaştığımızda, son cemaat mahallinde bir adam tekbir almak üzereydi. Kendisini durdurduk, “cemaat yapalım” dedik. Kabul etti, beni de imamete geçirdi. Namazdan sonra tanışma faslı oldu. O bize kim olduğumuzu, buralarda ne yaptığımızı sordu. Cevapladık. Kendisine aynı şeyi sorduğumuzda ise, gayet doğal bir tavırla “Dergâhta vazifeliyim” dedi. “Kimin dergâhı?” sorumuzun cevabı da aynı doğallıkta ve beraberinde bir davetle geldi: “Şeyh Nâzım Kıbrısî. Dergâh hemen caminin arkasında. Birazdan sohbeti başlayacak. Vaktiniz varsa buyurun.” Böylesine sıra dışı bir karşılaşma için vaktimiz elbette vardı.
O zamana kadar Şeyh Nâzım’ı sıkça duymuş, televizyonlar ve gazeteler aracılığıyla dikkat çekici üslubuna kulak kabartmıştım. Arapça öğrenimi için Şam’da bulunduğum dönemde, Şeyh Nâzım’ın üstadı Abdullah Dağıstânî’nin tekkesi ve kabri, evimizin hemen altındaydı. Oraya da ara sıra uğrardık. Bu sebeple Şeyh Nâzım’a gıyabî bir aşinalığım vardı. Ancak kendisini ilk kez görmüş olacaktım.
Dergâh, tasavvufa dair kitaplarda........
© Yeni Şafak
