Tasavvuf ve nafile
Kurb-ı nefâvil hadisi olarak bilinen meşhur bir kudsî hadis vardır: “Kulumun bana yaklaştığı şeyler içinde en sevdiklerim ona farz kıldıklarımdır. Kulum bana nafilelerle yaklaşmaya devam eder. Ta ki ben onu severim. Onu sevince onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum.” (Buhârî, Rekâik, 38). Tasavvuf geleneğinde en çok atıf yapılan hadislerden biri bu hadistir. Sûfîler bu ve benzeri hadislerden hareketle ibadetlerin vesile olacağı yakınlığı, kurb-ı ferâiz ve kurb-ı nevâfil olarak iki ayırmıştır. Kurb-ı ferâiz, farz ibadetleri yaparak Hakk’a yaklaşmak; kurb-ı nevâfil ise nafile ibadetleri yaparak Hakk’a yaklaşmak demektir. Fakat farzların yapılması, genel olarak bütün müminlerin ortak paydası olduğundan zamanla bir kısım sûfîlerin kendi hallerini ve marifetlerini temellendirmek için nafilelere hususi bir vurgu yaptığı görülür. Zira aynı ibadetlerin benzer hal ve marifetleri doğurması beklenir. Oysa böyle olmamaktadır. Bir sûfînin yaşadığını söylediği haller ve dile getirdiği marifetler, daha özel bir çaba ve bir dizi farklı uygulamayı gerektiriyor görünmektedir. Söz konusu hal ve marifetlere sanki farzlar üzerine yapılan nafileler vesilesiyle ulaşılmaktadır. Bu sebeple de nafilelerle Hakk’a yaklaşmaya hususi bir vurgu yapılmış ve önem atfedilmiştir. Fakat tasavvuf kitaplarının muhtevası incelendiğinde ve........
© Yeni Şafak
