İslâm, ahlâk ve siyasete dair
Siyaset özü itibariyle ahlaki bir eylemdir. İnsanın dünyayı değiştirmeye başladığı andan itibaren gerçekleşmeye başlayan bir varoluş biçimi. Bütün yaratılmışlar arasında dünyayı değiştirmeye, olduğundan farklı bir hale getirmeye dönük bir irade ortaya koyabilecek insandan başka bir varlık yok.
İnsana bu özelliği de Allah tarafından bir emanet olarak verilmiştir. Bu emaneti yüklenip dünyayı değiştirmeye atılan insanın önünde iki seçenek vardır. Ya dünyayı imar edecektir veya bozgunculuk-yolsuzluk yaparak olduğundan daha kötü hale sokacaktır. O yüzden yeryüzünde bir halife yaratacağını söyleyen Rabbimize melekler
“biz şurada seni takdis ve tesbih ederek ibadet ederken, yeryüzünde bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın?”
diye sorduğunda Allah “ben sizin bilmediğinizi biliyorum” demiştir.
Bu cevabın devamında Allah’ın Adem’e bütün isimleri öğretmiş olduğu ve bu isimleri meleklere de arz etmiş olduğu bilgisi verilir. İsimler, dil, eşyanın gerçek ismiyle isimlendirilmesi insana yeryüzündeki misyonunu yerine getirmek üzere verilmiş en önemli meleke. Siyaset de bu melekenin içinde cereyan eder.
Dünyanın ifsadı dilin de ifsadıyla paraleldir
o yüzden veya dünyanın bozgunculuğa maruz kalması dil düzeyinde bir tahrifle beraber gerçekleşir her zaman.
Siyasal eylem için insanın önünde İmar ile ifsad arasında gidip geldiği genişçe bir alan var. Siyasallığı dindarlıkla, hele saf dindarlıkla bağdaştırmayanlar dindarlığı belli bir bozguncu (müfsit) siyasallığın uhdesinde tahrif ederek etkisiz hale getirmiş oluyorlar.
Bu durumda dindarlık adına ortada putperestlikten başka bir şey kalmış olmuyor. Bu putperestliğin son derece mistik bir dindarlık veya dünyadan el etek çekme görüntüsü altında ortaya konulmasının hiçbir önemi yok. Esasen hangi durumda olursa olsun insan siyasallıktan hiçbir şekilde sıyrılamıyor, çünkü 1, dünyaya diliyle veya eylemiyle müdahale ettiği andan itibaren 2, dost ve düşman ilişkilerini tanımladığı anlamda,........
© Yeni Şafak
