Şunca konuşanın bir dinleyeni var mı?
Yan masada birileri ilk bakışta hararetli gibi görünen bir meseleyi konuşuyor kendi aralarında. Dikkatli bakınca daha çok aralarından birinin konuştuğuna, diğerlerinin onu dinlediğine kani oluyorum. Biraz daha zaman geçince anlıyorum ki konuşanı dinleyen yok pek, herkes kendi zihninde başka şeylerle meşgul… Belki zamanı bölmüşler aralarında, önce biri alıyor konuşma sırasını, sonra sıradaki başka biri… Dinlemek zorunlu değil ama… Sanki bastıramadıkları, dizginleyemedikleri, içlerine kapatamadıkları konuşma ihtiyaçlarını alıp gelmiş, bu masanın etrafına toplanmışlar. Aslında kendi kendiyle konuşuyor her biri… Sırası gelince yani! Şöyle oluyor sanıyorum; sırası gelen içinden geçenleri sesiyle dışarıya vermeye başlıyor. İçinde birikip duran, söylemeyi çok istediği halde söyleyemediği şeyleri, ne kadar doğru, ne kadar mâkul, ne kadar söylenmeyi hak ettiğine bakmadan boca ediyor orta yere. Adı konmamış bir centilmenlik anlaşmasıyla bu masanın etrafında toplanmış insanların tam ortasına...
İlk bakışta anlamlı gelmiyor bu, düşündükçe bir masanın başına toplanalım ya da toplanmayalım hemen hepimizin katıldığı, katılmayı istediği bu türden sağırlar diyaloğu ortamları olduğu düşüncesi işgal ediyor zihnimi.
Kendi sesimizi........
© Yeni Şafak
