Kısayollardan insanın içine gidilebilir mi?
James Joyce’un, ‘Ulysses’ isimli eserinde sanatın hayatiyetini nereden alması gerektiğine dair şöyle bir tespiti var: “Sanatın bize birtakım düşünceler, biçimin ötesinde ruhsal özler ilham etmesi gerekir. Bir sanat eseri hakkındaki en hayati soru hangi derinlikte bir hayatiyetten fışkırdığıdır.”
Sanat eserlerinden bizi kısa yoldan tatmin etmesini, eğlendirmesini, hoşça vakit geçirtmesini mi isteriz; yoksa bizi olduğumuzdan daha fazla kılacak, kendi adımlarınca daha ileriye taşıyacak tecrübeler sunmasını mı? Ben ikinci gruptanım ama itiraf edeyim zamanımızda ilk grubun ezici bir üstünlüğü var.
Önce filmlerde yaşadım bu türden bir hayal kırıklığını; tadımı kaçıran bir şey oldu bu! Perdedeki hikâye kendi adımlarıyla yürümüyor, adeta benim iç sesimin kolaycı yönlendirmelerine göre ilerliyordu. Senaristin adeta beni tavlamaya dönük fırça darbelerini fark ediyor, soğuyordum izlediğim filmlerden. Zamanla, izlediğim bazı filmlerin, özellikle de sinemanın bir endüstri kabul edildiği adreslerden gelen filmlerin, beni elimden tutup kendi başıma gitmediğim, kendi zihnim ve kalbimle gidemeyeceğim yerlere, dünyalara, karakterlere, hikayelere götürmekten uzak kaldığını, üstelik bunun film üreticileri tarafından bile isteye yapıldığını fark eder oldum. Bu filmler basit beklentilerimi karşılayacak ve beni yine kendi beklentilerimin sınırları içinde kalarak tatmine........
© Yeni Şafak
