Derdimiz nerede?
Maneviyatla irtibatın giderek zayıfladığı şu zamanda din denince insanların aklına ilk olarak fiili eylemler üzerinden ilerleyen bir mükellefiyetler toplamı geliyor. Bunlar elbet var; ancak din esasen bir inanç meselesi, bununla ilgili bir akli ve kalbi mesaiyi gerektiriyor. Allah’ın (cc) vahyi şunları yapın, bunları yapmayın ile sınırlı değil… Aksine emredilenler ve nehyedilenler, Allah-u âlem, kendisini aklı selime ve kalbi selime doğru götürecek yolda ilerleyebilmesi, o zihin açıklığı ve gönül berraklığına sahip olabilmesi için gerekli zemini sağlıyor kula. O zemin ayağımızı sağlam basıp üstüne zihinsel ve kalbi bir şeyler inşa edebilmemiz için… Yazık ki büyük çoğunluğumuz işin orasında değiliz pek. İlmihali sürekli başa sarıp yeniden öğrenmek faaliyeti, yani bir tür öğrenmemek ısrarı ve patinajıyla dini merak kotalarımızı dolduruyoruz. Oysa Kur’an haşa basit bir kullanma kılavuzu değil; bizi bir anlayışa, bir kavrayışa, alemler üstü bir idrak ve dosdoğru bir insanlık şuuruna çağırıyor. İşin bu boyutuna ilişkin bir ışık, bir pırıltı var mı hayatımızda? Keşke ‘Olmaz mı hiç!’ diyebilsek… Keşke kendimizle, ailemizle, çevremizle, toplumumuzla, hayatla, zamanla, mekanla, kurtla kuşla, gökle yıldızla, fizikle metafizikle ilişkimizde........
© Yeni Şafak
