Müslüman kadın kimliği III
Türkiye’de özellikle 1980 sonrası gündelik hayatta yayılmaya başlayan ve 1990’larda neredeyse herkesin dilinde olan “ötekileştirme” kavramı, mahiyeti hakkında pek de bilgi sahibi olunmadan modalaşan bir kavram olarak dolaşımdaydı. “Biz” olarak tanımlanan merkezin dışında kalan grupların, kişilerin, tehdit unsuru olarak tasvir edildiği, “biz” ve “onlar” ayırımı üzerinden kutuplaştırılan bir toplumun inşasında “ötekileştirme” ameliyesinin önemli bir rol oynamış olduğunu başörtülü kadınlar örneği üzerinden de görmek mümkün.
…
Nazife Şişman:
Ötekileştirme sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu süreç özellikle 1980 sonrası başladı diye düşünüyorum. Başörtülüler daima tanımlandı. Tanımlanmak ne demektir? Tanımlanma yoluyla sınırlandırılırsınız. Sınırlandırıldıkça rol alırsınız. Rol aldıkça insanların sizin rolünüzü iyi oynayıp oynamadığınız üzerinde konuşma hakları doğar. Bir mağazaya girersiniz, tezgâhtar sizi tanımlar: “A siz çok farklısınız. Hiç ötekilere benzemiyorsunuz. Siz çok zevklisiniz!” Bir başörtülünün aynı şeyi laikçi bir kadına söylediğini düşünün. “Siz çok farklısınız. Hiç öteki laikçilere benzemiyorsunuz. Ne kadar akıllı uslu konuşuyorsunuz.” Acaba bu sözlere muhatap olan kişi, bu cümleleri iltifat olarak mı algılardı, yoksa hakaret olarak mı?
Başörtülüler, pek çok alanda baskı görmenin yanı sıra estetik alanda da baskı ve dayatmalarla karşılaşıyor. Fakat hegemonik kamu öylesine her şeyin üstünü örtmüş ki, kimse dayatmanın zevk, estetik boyutuna kadar nüfuz etmiş olduğunu fark etmiyor bile. Zaten estetik baskı çok zor görülür. “Böyle daha güzelsin…” dayatmasına “Hayır, esasında ben kendi istediğim gibi olduğum zaman en güzelim.” diyebilecek pek az kişi vardır.
Yaşadığımız durum böyle olduğu halde, kavga “Şeriatçılar gelirse bize yer kalmayacak” düzleminde canlı tutulmaya çalışılıyor. İyi de laikçiler iş başında olduğunda da dindar insanlara hiç yer kalmıyor. Batı’nın kendi dışındaki bütün kültürleri barbar ve öteki olarak görmesi gibi, laikçiler de kendi dışındakileri gerici olarak görüyor. Esasında kendisi bir Batılı karşısında ‘öteki’ iken sınırlandığı çember içinde o da tekrar kendisi için bir öteki oluşturmuş oluyor. ‘Çağdaş kadınlar’ başarılı kadın mitinin gücünü kaybetmesine bağlı olarak kendilerini güçlü gösterecek bir ‘öteki’ inşa etmeyi planladılar. ‘Öteki’ni çirkinleştirdikleri oranda kendilerinin güzelleşeceğini, mükemmel ve güçlü olacağını varsayan bir tasavvur bu. Tesettürlü kadın ötekileştirme için çok uygun bir obje. Çünkü tesettüründen dolayı her yerde kolaylıkla ‘teşhis’ edilebilir.
Nazife Şişman:
Siz daha çok başörtülülerin laik kesim tarafından tanımlanması, belirlenmesi üzerinde duruyorsunuz. Tersinden bir süreç ile başörtülü kadınlar da kentli kadınların kimlik tanımlamaları üzerinde etkili olmuştur diyebilir miyiz?
Fatma Barbarosoğlu:
Daima. Cumhuriyet’in ilk yıllarında asrî kadın olmak öne çıkarılmıştı, biliyorsunuz. Asrî kadın erkeğinin yanında yer alan, okumuş kadın. Bu imaj öne çıkarıldığı dönemde, başı örtülü olan kadınlar geleneksel kadındı. Sokakta yürürken bile erkek önde kadın arkada yürürdü. Bu bakımdan yeni kadın tipinin erkeğinin yanında ve onun kolunda ve onunla birlikte her yerde olması pek önemlidir. Diğer taraftan geleneksel kadın tahsilli değildir, bir mesleği yoktur. Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki kadın mesleğinin (sembolik) çeşitliliğine günümüzde ancak gelindi. Her yeni, kendine olan güvensizliği eskisine hiç benzemediği hususunu vurgulayarak muktedir olmak ister. Cumhuriyet rejimi için kendisini eskinin üzerinden ve ondan........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Sabine Sterk
Robert Sarner
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d