Twitter’dan sonra!
Önce bir anımı anlatacağım.
İPhone’un ilk modeli yeni çıkmıştı. Dört GB kapasitesi olan, Apple’ın o güne kadar en fazla tutan cihazı, müzik dinlenen İPod ile telefonu birleştiren ilk modelden söz ediyorum. Yıl haliyle 2007’nin sonlarıydı. Bilişim işleriyle ilgilenen bir arkadaşım Amerika’dan getirtmişti. Çünkü henüz Türkiye’de resmi bir satış ağı yoktu.
Yaşı denk gelenler hatırlayacaktır; tuşlu telefonlarla fotoğraf çekme deneyiminin yaşandığı, klavyeli modellerin rağbette olduğu zamanlardan söz ediyorum.
Bu arkadaşım İPhone ile “iletişim” kurmakta çok zorlanıyordu. Çünkü bir türlü istediği verimi alamıyordu. Cihaz ya ısınıyor ya da dokunmatiği kilitleniyordu. Arada dalgaya vurup “tuşlarınızın kıymetini bilin” diye de bize takılıyordu. Ama inat etmişti. Sektörü ise yakından takip ediyor ve dokunmatik telefon teknolojisinin hızla yayılacağını bize anlatıyordu.
Ben de Nokia’nın Q klavye özellikli E-72 modeli vardı. İstemediğin kadar tuş. Bas bas bitmiyor. Amaç ise belki bir e-posta göndermekti. Havalıydı o ayrı.
Neyse bu arkadaşım büyük bir özveri ile İphone kullanmaya ve Steve Jobs’ın dehasına kişisel yatırım yapmaya devam etti. Öyle ki kendince çözümler üretmeye başlamıştı.
Anlatmak istediğim hatıram da bu kısmıydı zaten.
Dokunmatik telefonların alameti farikası sadece tuşsuz olmaları değil, yazılımsal teknolojisinin güncellenmesiydi. Yani bu telefonlar kendi kendilerini yeniliyorlardı. Ancak bizim arkadaş bir türlü o aşamaya gelememişti. İyi hatırlıyorum. Bir hafta boyunca telefonuna gelen güncellemeyi indirmekle uğraştı. Ama olmuyor, telefon kapanıyordu. Yabancı forumlarda derdine çare arıyordu. Ha diye ulaşabileceği bir servis ağı da yoktu. Bir sabah geldi ve “güncelledim”........
© Yeni Şafak
