Barış Merkezi
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin son 70 yılına tanıklık ettiğimi söyleyebilirim. Kaç ciddi kırılma noktası vardır diye sorulsa önce 1950’yi işaret ederim. Tek partili dönemden demokrasiye geçiş ve unutulmaz ‘Yeter! Söz Milletin!’ sloganı büyük bir değişimin habercisiydi.
Aradaki darbeleri, darbe girişimlerini, toplumun çatlaklarından sızarak onu parçalamaya çalışma teşebbüslerini bir kenara bırakacak olursak; en büyük ikinci kırılma noktası olarak ‘Terörsüz Türkiye’ stratejisini ve tabii ki PKK sorununun çözümlenmesi yolunda atılmış en büyük adımı, rahatlıkla sayabiliriz.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı
Cevdet Yılmaz
’ın ifadesiyle: 2 trilyon dolara yakın maliyetiyle terör ile mücadele, sadece on binlerce vatan evladının şehitlik mertebesine erişmesine değil, aynı zamanda bölgenin gelişmesini engellemiş, sosyal, ekonomik alanların ve üstyapı kurum anlayışının, özgürlükler meselesinin hallaç pamuğu gibi atılmasına da neden olmuştu.
Bir başka kırılma Türkiye’nin genel algısıyla ilgili yaşanmakta. Dünyada İslamofobi tüm Müslümanları kapsayacak şekilde yaygınlaştırılırken nüfusunun büyük kısmı Müslümanlardan oluşan Türkiye ve onun Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan da nefret objesi haline getirilmeye çalışılmıştı.
Öyle ya, Taliban, El-Kaide, IŞİD (Irak ve Şam İslam Devleti) gibi örgütler İslam’ın simgesi olarak takdim edilirken, kafa kesen, canlı yayında idam sahneleri gösteren bu ilkel topluluklar İslam’ın gerçek temsilcisi gibi sunuldular. Türkiye de bundan nasibini aldı. Bizim muhalefetin de desteği ile Azerbaycan’ın yanında cihada karışan, Libya’ya, Kıbrıs’a, Suriye’ye, Somali’ye, Kuzey Irak’a düzenlediği operasyonlarla
uluslararası
terminolojiyle tipik bir agresör (saldırgan) haline geldiği iddia edilen ülke, bugün
Barışın Merkezi
olarak anılıyor. Bundan büyük kırılma olur mu?
Dolmabahçe’deki görüşmeler, Putin’in İstanbul’u talep etmesi, Hindistan-Pakistan çatışmasında Türkiye’ye biçilen rol, Afrika’nın pek çok ülkesindeki barıştan yana tutumumuz bir anda bütün olumsuz........
© Yeni Şafak
