menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Enflasyonun 46 yıllık hikayesi – II : 2002- 2025 arası

15 23
12.05.2025

Geçen yazıda 1980’li ve 1990’lı yıllardaki enflasyonu incelemiştik. Bu enflasyon 1980’li yıllarda yapısal değişim ve alt yapı yatırımlarının finansmanı için bilerek yüksek tutulmuştu. Bu dönem iç talebe ve sermaye birikim rejimine dayalı bir enflasyon vardı diyebiliriz. 1990’lı yıllar ise siyasi istikrarsızlık, dış dünyada jeopolitik değişimler ve 1980’li yıllarda hızlı liberalleşmenin yol açtığı 1994 ve 2001 krizlerini de barındıran iç borç birikimi ve döviz – fiyat sarmalına dayalı bir enflasyondu. Her iki dönemde de bildiğimiz anti – enflasyonist politikalar görece başarılı olabilirdi. Bugün görmekteyiz ki yüksek ve hızla artan enflasyon bilindik politikalarla kontrolü 1980 ve 1990’lara göre çok daha zor bir forma ulaşmıştır. Bunun sebebini sadece 2018 sonrasında aramak yanlış olur. Görece başarılı görünen 2002 2017 arasındaki süreçte biriken yapısal sorunlar bugünkü enflasyon dinamiklerinin oluşmasında büyük pay sahibidir.

AK Parti iktidarlarının olduğu bu 23 senelik dönemi 2002 – 2007 arası, 2008 – 2017 arası ve 2018 – 2025 arası olarak üç döneme ayırdım.

I. 2002–2007: DÜŞÜK ENFLASYON – BORÇ YİĞİDİN KAMÇISIDIR…

2001 Krizi sonrası uygulanan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı ve ardından gelen AK Parti iktidarı, Türkiye’de enflasyonla mücadelenin tarihinde yeni bir sayfa açtı. IMF destekli reformlar sayesinde kamu maliyesinde disiplin sağlandı, faiz dışı fazlalar verildi ve TCMB’nin bağımsızlığı ilan edildi. Enflasyon hedeflemesine geçişle birlikte fiyat istikrarı büyük ölçüde sağlandı. Ancak bu başarıda içsel reformlar kadar küresel düzeydeki yüksek likidite bolluğunun ve ucuz doların da belirleyici etkisi vardı. 2003’ten itibaren gelişmekte olan ülkelere akan sıcak para Türkiye’de de hem kamu borçlanma maliyetlerini düşürdü hem de özel kesime ucuz döviz kredisi imkânı sağladı. Aynı dönemde Türkiye, AB sürecinin ivmesiyle yabancı sermaye çekmeyi başardı.

Bu dönemin en belirleyici değişimlerinden biri, bireysel kredi sisteminin yaygınlaşmasıydı. 2003’te toplam kredi stoku içinde ilk kez “bireysel krediler” dikkate değer bir paya ulaştı; 2006 itibarıyla ise kredi hacmi içinde birinci sıraya yerleşti. Bu süreçte toplumun geniş kesimi ilk kez banka kartlarıyla, konut ve taşıt kredileriyle tanıştı. Enflasyon düşerken tüketici kredisi patladı, özel harcamalar hızla arttı. Bu, geniş halk kitlelerinde dış borca dayalı, hızlı tüketimle beslenen bir refah illüzyonu doğurdu. Aynı zamanda makine–teçhizat yatırımlarında ciddi bir yenilenme yaşandı; bu da özellikle sanayi sektöründe verimliliği geçici olarak artırdı. Fakat bu süreçte tarıma yönelik destekler azalırken, kırsaldaki işgücü şehirlere akmaya başladı. Kırsal çözülme, henüz kriz yaratmıyordu ama ilerideki yapısal dengesizliklerin ilk nüveleri bu dönemde oluştu.

Dış borç yükü bu yıllarda ciddi biçimde arttı, ancak borçlanmanın yapısı değişmişti: Kamu kesiminin dış borcu düşerken, özel kesimin dış borcu özellikle bankacılık ve finans dışı firmalar aracılığıyla hızla yükseldi. TL'nin aşırı değerlenmesi, ithalatı ucuzlattı; bu tüketici refahını arttırırken yerli üreticiyi baskı altına aldı. Düşük kur, fiyat istikrarı hissi yaratırken; artan dış açık ve yatırım–tasarruf farkı, yapısal bir kırılganlık doğurdu. 2002–2007 dönemi, kamu maliyesinin disipline edildiği, enflasyonun kontrol altına alındığı ve büyümenin güçlü göründüğü bir dönemdi. Fakat bu istikrar, büyük ölçüde dış kaynakla finanse edilen, özel kesim borçlanmasına ve........

© Yeni Birlik