Yatıştırma vazifesi
Rekor seviyedeki boşanmaların, aile bireylerinin birbirinden koparcasına uzaklaşmaları, bu acı gerçeğin en bâriz bir göstergesi. Aile fertlerinden tutun toplumun en geniş dairelerine kadar görünen aynı geçimsizlik-uyumsuzluk hâli, akıllı hamiyet sahiplerini derinden derine düşündüyor; ayrıca, onları çare arayışına sevk ediyor.
Evet, şu dehşetli asrın en yaygın bir marazı olan benlik, enaniyet, gurur, kibir gibi hâller, insanların birbiriyle anlaşmasını, uzlaşmasını alabildiğine zorlaştırmıştır.
Bu durum, hâliyle asabiyeti besliyor, gerilimi tırmandırıyor; dolayısıyla, derin kırılmaları netice veren çatışmayı körüklüyor.
İşte tam da bu noktada, hamiyet sahiplerinin devreye girmesine ve inisiyatif kullanarak yatıştırıcı olmasına, sulhkârâne rol almasına ihtiyaç hâsıl oluyor.
Asrın manevî tabibi olduğuna inandığımız Bediüzzaman Hazretleri, hayatının bütün safhalarında daima asayişi temine çalışmış ve ümmetin evlâtları arasındaki husumeti gidermeye, gerilimi düşürmeye, çatışmalarda adeta barış elçisi gibi davranarak kâmil manada yatıştırıcı rol almaya çalışmıştır.
Bir çırpıda akla gelen bazı misalleri şöylece sıralayabiliriz:
İstanbul’a ilk geldiği yıllarda [1907-1908-1909]........
© Yeni Asya
