Risaleleri İran'a ulaştırdı
“Nurun mesleğinde hubb-u Ehl-i Beyt esastır; elbette hakikî Alevîler kemal-i iştiyakla o daireye girmeleri gerekir.”
1918 yılında Van’ın Muradiye ilçesinde dünyaya gelen Terzi Kemal, Risâle-i Nurları yeni tanıdığında bahisleri okudukça o zamana kadar zihnini karıştıran meselelerin hallolduğunu, şüphelerinin, tereddütlerinin izale edildiğini anlayınca hayran kalmış ve Risâle okumayı günlük işlerinin başına almıştı.
Bir gün dükkânında, insanlara Risâle-i Nurları anlatma niyetiyle tefeül ettiğinde mezkûr cümle çıkınca şaşırdı. O zamana kadar çeşitli telkinler yüzünden alevî olarak bilinen ve bazıları müşterisi olan komşularına, arkadaşlarına biraz mesafeli durmuştu. Cümleyi tekrar okuduğunda bir tabir dikkatini çekti.
Hakikî Alevîler!
Tanıdığı ‘Alevî’ sıfatlı arkadaşlarının kahir ekseriyeti iyi insandı. Her vesile ile Hazret-i Ali’yi nazara verirlerdi. Bazılarının ifrat veya tefrit halleri olsa, bazıları namaz kılmasa, kimi evinde kıldığını söylese de camiye gidip beş vakit namaz kılanlar da az değildi. Kendisi de Hazret-i Ali’yi (ra) çok severlerdi.
“Ben de bir Alevî’yim, hem de hakiki Alevî.”
Böyle diyerek meseleyi biraz araştırınca Bediüzzaman’ın mezkûr sözünü gerçekleştirmek istercesine Alevîlerin yanı sıra Caferî, Vehhabî, Râfizî gibi sıfatlar taşıyan yüz binlerce insanın Risale-i Nur ve Nur Talebeleri sayesinde içinde bulunduğu ifrat, tefrit hallerini bırakarak İslâmiyeti, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat akidelerine göre yaşamaya başladığını anladı.
MÜSLÜMAN İSEVİLER
“Bazı misyonerler de, din-i İsa’nın (as) hakikî ruhanîsi de o daireye gireceklerine emareler var. Birbirine hücum değil, belki bir tesanüd, bir musâlaha lüzumunu hissedip medar-ı münakaşa meseleleri ortaya atmıyorlar.”
Zihni Alevî meselesi ile meşgulken, tevafukî bir tefeül sırasında karşısına bu ifadeler çıkınca hayreti daha da arttı. Çünkü cümleler, Risâle-i Nurların hitap sahasının yalnız Müslümanları değil, Hıristiyan dünyasını, hatta bütün insanlığı içine alacak kadar geniş olduğunu anlatmaya yetiyordu.
“Bu tefeülde bana bir işaret var.”
O günlerde Isparta’dan gelen bir Nur Talebesini, Nurcuların irtibat merkezi olan terzi dükkânına davet etti. Aralarında mahallindeki Nur Talebelerinin de bulunduğu sohbet sırasında Üstadın, dünyadaki pek çok ülkenin dinî mercilerine mektup yazdığını ve Risâle-i Nurları gönderdiğini anlattı.
ÜSTADI ZİYARET HEYECANI
Daha önce yurt dışındaki hizmetler hakkında bazı haberler duymuş, ekseriyeti Avrupalı, Amerikalı olan binlerce Hıristiyan insanın Risâle-i Nurlar vasıtasıyla İslâm dinini tanıyıp Müslüman olduğunu, Bediüzzaman Hazretlerinin bazı dış ülkelere Risâle gönderdiğini duymuştu, ama yapılan hareketin böylesine beynelmilel bir hizmet hamlesi olduğunu düşünmemişti. Haber Terzi Kâmil’i heyecanlandırmaya yetti.
O zaman karar verdi Bediüzzaman Said Nursî’yi ziyaret etmeye. Çünkü sadece Risâleleri okumanın yetmeyeceğini, Risâle-i Nurları okuyup anlamak, hassaten yaşamak için müellifini tanımak, bilmek gerektiğini; onu ziyaret ederek bizzat görüşmenin, hayat hallerine âşinâ olmanın o hakikatleri yaşamayı kolaylaştıracağını hissetti.
Gelen misafirden ziyaret hususunda gerekli bilgileri aldıktan sonra 1952 yılında önce Diyarbakır’a gitti, oradan Urfa’ya geçti. Urfa’da Bediüzzaman’ın talebelerinden Abdullah Yeğin ile tanıştı. Onun mütevazı, müstağnî ve vakur haline hayran kaldı. Onun bu halinin, risalelerdeki imanî, Kur’ân’î hakikatleri yaşamasının tezahürü olduğunu görünce Bediüzzaman’ı ziyaret isteği iştiyak halini aldı.
“Ben de Abdullah Yeğin gibi bir Nur Talebesi olmalıyım.”
Onu........
© Yeni Asya
