menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Ahiret muhasebesi: İnancın pragmatist kâr-zarar defteri ve dünyevi gerçekliği

20 1
21.06.2025

Şahin Filiz yazdı…

İnsanlık tarihinin en kadim ve en sarsıcı sorusu, belki de bir fısıltı kadar sessiz, bir evren kadar engin olan şu sorudur: “Sonra, yani öldükten sonra ne olacak?” Bu sorunun en sistematik ve vaatkâr cevaplarından biri, başta teistik / tanrılı dinler olmak üzere birçok inanç sisteminin merkezinde yer alan ahiret inancıdır. Ahiret, basit bir “öbür dünya” tahayyülünün ötesinde, varoluşa, ahlaka ve adalete dair köklü iddialar içeren, çok katmanlı bir metafizik önermedir. Ancak bu önerme, sadece soyut bir teselli midir, yoksa dünyevi düzeni şekillendiren, hatta manipüle eden güçlü bir araç mıdır? Bu yazımızın amacı, ahiret inancını kutsal metinlerin teolojik zemininden alıp, onu psikolojik, sosyolojik, felsefi ve eleştirel bir “yatırım aracı” olarak ele almak ve sonuçta bir bilanço çıkarmaktır.

Her yatırım teklifi gibi, ahiret inancı da bir dizi şart ve bir vaat edilen getiri sunar. Bu teklifin temelini, hayatın bu dünyayla sınırlı olmadığı, ölümün bir son değil, bir geçiş kapısı olduğu varsayımı oluşturur. “Dünya ahiretin tarlasıdır” sözü, bu anlayışın özünü oluşturur: Bu dünya, ahiret için bir hazırlık sahasıdır ve tüm eylemler, nihai hasadın yapılacağı öte dünyaya göre şekillendirilmelidir.

İslam teolojisine göre bu yatırımın “sözleşme şartları” oldukça nettir: Mevt (ölüm) ile başlayan süreçte, Berzah (kabir hayatı) denilen bekleme döneminden geçilir, Ba’s (yeniden diriliş) ile tüm insanlık Mahşer meydanında toplanır. Burada kurulacak olan ilahi mahkemede, Muhasebe (hesap verme) süreci başlar ve ameller Mizan (adalet terazisi) ile tartılır. Son olarak, Sırat köprüsünden geçişle belirlenen nihai varış noktası, ya ebedi mutluluk diyarı olan Cennet ya da ebedi azap yurdu olan Cehennem’dir.

Bu çetin şartların karşılığında vaat edilen “getiriler” ise insan ruhunun en derin arzularına hitap eder. İlk olarak, mutlak bir adalet garantisi sunulur; bu dünyada cezasını bulmayan zalimlerin ve karşılığını görmeyen mazlumların varlığına karşı, her şeyin yerli yerine oturacağı bir ilahi mahkeme vaat edilir. İkinci olarak, “Neden iyi olmalıyız?” sorusuna kozmik bir cevap vererek ahlaki eylemlere anlam ve motivasyon yüklenir. Son olarak da kayıplar, acılar ve kendi ölümlülüğümüzle yüzleştiğimizde varoluşsal bir teselli ve ümit kaynağı olur.

Ancak tam da bu noktada, inancın temeline dair eleştirel bir soru belirir: Acaba dünya gerçekten ahiret için midir, yoksa ahiret, bu dünya için kurgulanmış bir düzenek midir? Yani, ahiret inancı, dünyayı şekillendirmek, insanları korku ve ümit ekseninde tutmak, doğumundan ölümüne kadar bireyi deyim yerindeyse “esir alan” bir tür psikolojik ve sosyal şantaj mıdır? Ahiretin varlığı veya yokluğu bu bağlamda ikincil bir meseledir; asıl mesele, bu inancın dünyevi güç odakları ve bireylerin davranışları üzerindeki manipülatif potansiyelidir. Tarih boyunca sayısız örnekte, ahiret vaatleri ve cehennem tehditleri, kitlelerin belirli bir otoriteye boyun eğmesi veya belirli politikaları desteklemesi için kullanılmıştır.

Ahiret inancının sunduğu “mutlak adalet” vaadi, rasyonel bir incelemeye tabi tutulduğunda bazı temel soruları beraberinde getirir. Salt akıl yönünden bakıldığında, bu dünyadaki yaşam biçimi ile ölüm sonrası hayatta karşılaşılacağı iddia edilen muamele (sevab / ödül ya da ikab / ceza) arasında nasıl bir münasebet, yani mantıksal bir ilgi ve zorunlu bir bağlantı kurulabilir? Örneğin, bir bireyin sonlu bir yaşamdaki, çoğu zaman kültürel ve coğrafi koşullarla şekillenmiş sınırlı eylemlerinin –belirli ritüelleri yerine getirmek ya da getirmemek, belirli dogmalara inanmak ya da inanmamak gibi– evrensel ve sonsuz olduğu iddia edilen bir ceza veya ödülle nasıl bir orantısal ve mantıksal ilişkisi olabilir? Bir insanın 70-80 yıllık bir ömürdeki eylemlerinin, sonsuzlukla çarpılması veya bölünmesi, akli bir ölçülülük ilkesiyle ne kadar bağdaşır? Bu, inancın kendi iç tutarlılığı açısından değil, akıl ve mantık süzgecinden geçirildiğinde ortaya çıkan bir gerilimdir.

Bu eleştirel sorgulamalara rağmen, ahiret inancının birey ve toplumlar üzerindeki gözlemlenebilir etkileri de dikkate değerdir. Pragmatist bir analiz, bu “kârları” görmezden gelemez.

Öncelikle, ölüm kaygısının yönetiminde önemli bir rol oynadığı söylenebilir. Pozitif psikoloji ve nörobilim alanındaki bazı çalışmalar, inancın zihinsel sağlık üzerindeki olumlu etkilerine işaret eder. Özellikle “Korku Yönetimi Teorisi,” insanın tüm kültürel yapılarının ve benlik saygısının temelinde, ölümün getirdiği varoluşsal........

© Veryansın TV