menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Düşüncenin Girdabında Üç Şehir Metaforu

11 0
04.07.2025

Yaşarken oldu olanlar. Tarih bir ileri bir geri devam etti yoluna. Sessiz şarkıların çaldığı zamanlarda oldu zihnimde, gürültüyle geçilen sokaklarda oldu. Neyi nereye koyacağımı karıştırdığım onca delilikler sökün etti hayatımda. Eski ve yeni sürekli geldi gitti. Eskiyen şeyler de oldu belleğimde tazeliğini yitirmeyip hiç eskimeyen şeyler de. Hayat gibi, fikirlerde değişti zamanla. Bugün olan ve bugünü inşa eden şeylerin şimdiyi ya da geleceği inşa edemediği zamanlara erdim. Popüler kültür, modern kültür, post modern kültür, post truth derken yeniyi ıskalamak tehdidiyle baş başa kaldığım da doğrudur.

Anlam veremediğim bir buhranın içinde hissediyordum kendimi. Bir karanlığın içinde yolunu bulamayan ama bulmak için sürekli eliyle tutunacak bir şeyler arayan biriydim. Çok mekanlar gezdim, çok insan tanıdım ahir ömrümde. Herkesin kendince bir meşakkati ve kendince bir telaşı vardı. Kimin telaşı kimden büyüktü bilemiyordum ama benim içime sığmayan düş kırıklıklarıyla dünya başıma bela olmaktaydı. İçimde derin şüpheler, kaybettiğim adreslere kendimi bırakma arzum ve zihnime ışık tutacak bir yol haritası için devinip durmaktaydım. Kapılar çalıyor, naralar atıyor, gözyaşları döküyor ve ellerim rahmete muhtaç bekliyordum. Sonra kesif bir uykunun beni sardığını hissetmeye başladım. Gece bir hayli ilerlemiş ben yorgunluktan bitap düşmüştüm. Bir yolcu yaklaştı yanıma. Belli ki o da anlamını arayan bir yaşamzedeydi.

Seninle dedi bir yolculuğa çıkacağız. Belki sen de bu yolculukta aradığın şeye kavuşursun. Ben şaşkın bir vaziyette onu seyrederken aradığım bir şey olduğunu nereden çıkardın dedim. Yüzünde anlamını kaybetmiş ama onu kaybetmekten ızdırap duymuş kederli çizgilerimi işaret etti. Sen kaybettiğin şeyin farkındasın ama onu nasıl bulacağını bilemiyorsun dedi. Bir anlaşma önerdi bana. Ben seni üç farklı şehre götüreceğim dedi. Her şehrin huyu, suyu farklıdır diye ilave etti. Sen bu üç şehri gezeceksin, anlayacaksın ve ondan sonra aradığın şeyi bulman belki mümkün olacak dedi. Sana sorularının cevabını kimse vermeyecek çünkü herkesin hayata dair sorusu farklı olabilir ve herkes kendi cevabını bulmakla mükellef olacak dedi. Anlaşmayı kabul ettim ve yolculuğum başladı.

İlk şehre yaklaşmıştık. Yola çıktığımdan bu yana tek kelime konuşmadım. Kendi sorularımın cevabına ulaşmayı o kadar arzuluyordum ki başka bir şey düşünecek, konuşacak durumda değildim. Ve şehre giriş yaptım. Tuhaf bir şehirdi. İnsanı saran bir yanı vardı. Her şey sanki bir düzen içinde ve her şeyin nasıl başlayıp nasıl bitmesi gerektiği sanki belliydi. Bu şehirde herkes her şeyi biliyordu ve herkes her şeyden korkuyordu. Çarşılarında buhur kokmaktaydı. İnsanların yüzlerinde bir telaş bir kaygı hemen kendini hissettirmekteydi. Adeta zamanın ellerinden kayıp gittiğini seyretmekteydiler. Zamana mı kızıyorlardı yoksa zamanın karşısında eriyip giden emeklerine mi anlam veremiyorlardı. Ne yapsalar ne etseler onların bu korkuyla beslenen öfkeleri onları daha fazla geçmişe sığınmalarına sebep oluyordu. Oysa geçmişin içine bu kadar hapsolmasalar belki bir ışık bulabileceklerdi. Ama onlar geçmişe gömüldükçe yüzlerine anlamsız bir huzur yayılmaktaydı. Huzur muydu gerçekten yüzlerindeki anlam yoksa endişenin vücut bulmuş hali miydi bilemiyordum. Yıllar geçiyor, zaman değişiyor, insan başkalaşıyor ama onlar öylece anın içinde kalakalıyorlardı. Birçoğu ölmeliyiz şimdi diyordu. İlerde günahların yargısının boyunlarına yük olmasından ödleri kopuyordu. Ama yaşamakla cezalandırılmış gibiydiler. Yaşamak yargısı boyunlarında bir yük olmuştu onlara. Zaman geçiyor, ömür sermayesi tükeniyor ve insanın ziyan içinde olduğu aşikâr bir şekilde görünüyordu şehrin içinde.

İçimin daraldığını hissettim. Birçok güzel şeylerin olduğu bu şehirde eskinin yeniye dönüşemediğini ve yeninin eskiyi korkuttuğunu farkettim. Eski ve yeni kıyasıya savaş verseler de bu şehrin kapıları yeniye kapalıydı. Çünkü yeninin neleri tarumar edeceği kestirilemiyordu. Ama eskide ısrar edildikçe de giderek sert bir çekirdeğe dönüşen bir yapı halini alıyordu bu şehir. Daha sert, daha acımasız ve daha töleranssız oluyordu. Her şey katı kurallarla ve duygudan, sanattan arınmış bir şekilde inşa ediliyordu. Yapılar gösterişli olsa da içinde kocaman bir boşlukla yaşamayı kabul etmişler gibiydi. Vitrinleri süslü ama içeride satacak malı olmayan dükkanları andırıyordu. Elbet bu şehirden öğrenilecek çok güzel şeyler vardı ama bu şehirde kalındığında o kocaman boşlukların içinde kaybolacağım kesindi. Ben bu şehirden çok güzel şeylerde öğrendim. Mesela geleneğin önemini ve insanların yaşarken bir usül ile yaşaması gerekliliğini öğrendim. Ama bu şehirde uzun süre kalamazdım. Eğer bu şehrin büyüsüne kapılırsam düşüncede yozlaşacağıma, kabalaşacağıma ve kendimi bile isteye bir yalnızlığa mahkûm edeceğime dair kuvvetli bir his vardı içimde. Sanatın, inceliğin olmadığı her şeyden önemlisi farklı düşüncelere tahammülün olmadığı bu şehirde kalamazdım. Ben bu şehre “Esaret” adını verdim.

Kendime yetecek yol azığımı hazırlayıp ikinci şehre doğru yola çıkmak için hazırlığımı tamamladım ve refiğimle yola koyuldum. Refiğimin ifadesiyle ikinci şehir bu şehirden çok farklıymış. Şehre uzun bir yolculuğun sonunda yaklaştım. Neyle karşılaşacağımı bilmiyordum ama yeni bir deneyimin eşiğinde........

© Venhar Haber