Sessiz ama insanca...
İnsanın içinde bir ses vardır; bazen fısıltı gibi bazen gürültü gibi… Bir yanım sabrı, merhameti hatırlatırken; diğer yanım öfkeyi, hırsı, bencilliği dürter durur. O an anlıyorum ki insanın kalbi bir savaş meydanıdır. Tasavvuf bu savaşı “nefsi emmare” diye adlandırır. Freud başka bir dille “id” der. Farklı çağların, farklı coğrafyaların ortak hakikati: İnsanın içindeki karanlıkla yüzleşmesi. Kur’ân-ı kerimde Yusuf suresinde şu ayet-i kerime yankılanır: “Nefis, daima kötülüğü emreder.” (Yusuf, 53) Neden bir iyilik yaptığımızda gizli bir alkış bekleriz? Neden bir hata yaptığımızda, yüzleşmek yerine savunmaya kaçarız? Neden bazen başkasının acısı içimizde kıpırdamaz? İşte bütün bunlar, emmarenin ayak sesleridir. Ama sonra başka bir ses gelir: “Dur! Bekle! Sabret!..” O ses, dengeyi kurmaya çalışan nefs-i levvame ya da Freud’un egosudur. İnsan, işte bu iki ses arasında büyür. İyiliği seçmek kadar karanlığı tanımak da insana aittir. Nefsi inkâr etmek değil onu terbiye etmektir olgunluk. Çünkü insan, arzularını yok ederek değil onları tanıyıp yöneterek kemale erer. Kimi zaman içimizdeki karanlık........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Sabine Sterk
Robert Sarner
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d