Yaşadığım şehre, insanların arasına bir yere sığamadım!
Kuduz bir kelb tarafından kovalanıyormuşum, demircinin körüğüne bağlanmış şişiriliyormuş gibi bir ruh hâlimle delilik gömleğimi giydim kaldım.
Sultan’ımı, maiyetindekileri, Bağdat’ı, Bağdatlıları, bütün bilâd-i İslâmiye’yi ve hatta, börtü böcek, nebatat adına ne yaratmışsa Mevlâm, cümlesinin muhabbetini hak ettiği kadar sevebilmem için kalbim en az bir dünya kadar kocaman olmalıydı. Tam istediğimin olup olmayacağını bilemesem de kalbimin genişlediğinin farkındaydım. Şimdi “Ya boş verin! Bu kadarı da fazla!” diyenleriniz olabilir. Ne dediğiniz mühim değil. Birazdan ölebileceğimizi düşünün kâfi. Bunları aklımdan geçirirken göğüs kafesim bir inip bir kalkıyordu. Bütün bedenim ateşte kızdırılmış demir gibi ısınmıştı. Tam kalbim dünyanın en büyük kalbi olacakken yeniden koşmaya başladım. “Koş Meczup!” diyor, dağa değil, sese değil, Sultan’a hiç değil, nehre doğru koş…” diyordum. Hararetimi ancak o dindirebilirdi. Ne hikmeti varsa sesten uzaklaşmaya çalışıyordum. Böyle giderse çıktığım yükseklikten yere çakılmam işten bile değildi.........
© Türkiye
visit website