Çok bekledim gelir diye ama bir daha dönmedi…
Umumiyetle havayı geldiği gibi, rüzgârı estiği gibi, misafiri de olduğu gibi kabul ederdim ama bu başkaydı.
Harun Reşid Sultan’ım “Senin bahçen sınırsız…" demiş latife buyurmuşlardı. Ay ışığında gördüğüm kadarıyla ağaçların arasında biri debeleniyordu. Cılız bir sesle "Yardım et!” dedi. Göğsüne bıçak mı ne saplanıştı? Bakamıyordum kara toprak üzerinde kıvranan adama. Hem korktum hem de koştum, tanımadığım bu yardım isteyenin yanına. Acı içinde olduğu aşikârdı. Ya da bana öyle geliyordu. Gecenin bu saatinde buralarda, hele benim kulübemin yakınında ne işi vardı? Bunu kim, niçin bu hâle getirmişti? Faydalı olabilmem için vakit kaybetmeden bir şeyler yapmam lazımdı. Tekrar kulübeme koştum, birkaç bez parçasıyla döndüm. Güya kanayan yarasını dindirecektim. Daha dikkatlice baktım göğsündeki yara zannettiğim kırmızılık kan değil kırmızı bir elmaymış. “Allah iyiliğini versin… ödümü kopardın muzip adam!” dedim, elinden tuttuğum gibi kaldırdım. Karanlıkta yüzünü tam seçemediğim adam, benim gibi ücra köşeleri mesken........
© Türkiye
visit website