Karınca misali…
Bir karınca yuvasında küçük bir karınca yaşardı. Ne en güçlüydü ne en hızlı, ne de en zeki. Ama onu diğerlerinden ayıran bir özelliği vardı; ‘başkasının acısından’ gözünü asla kaçırmazdı. Bir karınca yorgunluktan buğday tanesini yuvaya taşıyamadığında, hiç tereddüt etmeden yardım ederdi. Bir başkası tökezlediğinde, onu ayağa kaldırmak için uzanırdı. Yağmur tünelleri çökerttiğinde, ilk tamire koşan yine o olurdu… Karıncalar, onun sessiz ama sürekli varlığına çok alışmıştı. Eğer bir yük düşerse, onun yerden kaldıracağını bilirlerdi. Eğer bir geçit yarım kalırsa, onun tamamlayacağını... Bir karınca yorulursa, omzunu ona uzatacağını… Ama kimse ona sormadı: “Sen, iyi misin? Yoruldun mu?” Günbegün sadece kendi işini değil, başkalarının işini de yaptı. Dinlenmek nedir, unuttu. Ama kendine hep şunu söyledi; “Biraz daha dayanırsam, her şey daha iyi olacak. Önemli olan başkalarının daha az zorlanması.” Ta ki bir gün… Bacakları yorgunluktan titreyene dek… Artık hızlı yürüyemedi. Sırtı ağrıyordu. Eskiden........
© Türkiye
