menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Türk Kimliği Üzerine: Yapay Türkiyeli Kavramının Bilimsel Eleştirisi

12 3
12.08.2025

I. Modern ulus-devlet yapılarında vatandaşlık ve kimlik tanımı yalnızca hukuki bir mesele değil, aynı zamanda tarihsel, kültürel, dilbilimsel ve sosyolojik bir olgudur. Bir devletin vatandaşlarına verdiği isim, o devletin kurucu felsefesini, tarihsel köklerini ve ulusal bütünlüğünü yansıtır. Türkiye Cumhuriyeti’nde bu isim “Türk”tür ve 1924’ten bu yana tüm anayasal metinlerde bu şekilde tanımlanmıştır. Buna karşın, son yıllarda kamuoyunda “Türkiyeli” gibi yapay, bilimsel ve gerçekçi olmayan ” alternatif” kavramlar gündeme gelmiş; bu durum hem bilimsel hem de siyasi düzlemde ciddi tartışmalara yol açmıştır. “Türkiyeli” kavramı, ulus-devlet teorisine göre kurucu kimliği belirsizleştiren, aidiyet tanımını yalnızca coğrafi sınırla sınırlayan ve yerleşik tarihsel-kültürel bağları zayıflatan bir nitelik taşımaktadır.

Bilimsel açıdan “Türkiyeli” kavramının tutarsızlığı dört temel boyutta incelenebilir: dilbilim, antropoloji, sosyoloji ve siyaset bilimi. Dilbilim açısından, “Türk” kelimesi hem etnik hem ulusal kimlik anlamı taşıyan, binlerce yıllık bir isimdir; buna karşın “Türkiyeli” yalnızca coğrafi aidiyet belirten -li ekinin yapay bir türevidir. Antropolojik olarak, ulus tanımı ortak tarih, dil ve kültür üzerine inşa edilirken “Türkiyeli” yalnızca sınırlar içinde bulunmayı esas alır. Sosyolojik olarak, bu kavram ortak aidiyet hissini zayıflatır ve kimliği parçalar. Siyasi düzlemde ise, kurucu etnik kimliği bulanıklaştırarak anayasal vatandaşlık tanımını muğlaklaştırır.

Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’dan devralınan çok-etnili imparatorluk mirasını ulus-devlet modeline dönüştürürken, vatandaşlık tanımını Fransız “citoyen” modeline yakın şekilde, etnik köken ayrımı yapmadan ama tek bir ulusal kimlik adı etrafında (Türk) inşa etmiştir. Fransa’da tüm vatandaşlar “Fransız”, Almanya’da “Alman”, İngiltere’de “British” olarak tanımlanır; “Fransalı” veya “Almanyalı” gibi kavramlar bulunmaz. Bu durum, modern devletlerin kendi bütünlüklerini korumak için kullandıkları kimlik standardizasyonunun bir göstergesidir. Dolayısıyla, “Türkiyeli” kavramının uluslararası emsalleri yoktur ve bu yönüyle de bilimsel tutarsızlığı pekişir.

Günümüzde kon üzerinde ki kafa karşıklığının giderilmesi açısından da iyi incelenmesi , “Türk” ve “Türkiyeli” kavramlarını tarihsel, antropolojik, sosyolojik, dilbilimsel, psikolojik, askeri ve siyasi açılardan karşılaştırmalı olarak ele alınması gerekmektedir. Yöntem olarak hem Türkiye’deki anayasal-hukuki düzenlemeler hem de Fransa, Almanya ve İngiltere örnekleri karşılaştırmalı biçimde ele alınması konuyu anlamaya yardımcı olacaktır . Türkiyeli kavramın ortaya çıkışında küresel kimlik politikaları, özellikle 1990 sonrası etnik kimlik tartışmaları ve BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) bağlamındaki emperyal stratejik yönlendirmeler olduğu açıktır. Bu yüzden, “Türkiyeli” kavramının neden bilimsel, hukuki ve sosyolojik olarak tutarsız olduğunun, uluslararası örneklerle birlikte ortaya konması zorunlu bir hal almıştır .

II. TARİHSEL VE ANTROPOLOJİK TEMELLER

“Türk” kavramı, tarihsel olarak yalnızca bir etnik grubu değil, zamanla siyasi ve kültürel bir bütünlüğü ifade eden üst kimliği temsil etmiştir. İlk kez Çin kaynaklarında M.Ö. 6. yüzyılda “T’u-küe” (突厥) biçiminde geçen bu ad, Göktürkler döneminde devletin resmî adı hâline gelmiş, Orta Asya bozkır medeniyetinde hem siyasi otorite hem de kültürel aidiyet sembolü olarak kullanılmıştır. 11. yüzyıldan itibaren Selçuklular, ardından Anadolu beylikleri ve Osmanlı İmparatorluğu, “Türk” adını çoğu zaman halk tabirinde, zaman zaman da siyasi bir kimlik olarak kullanmıştır. Osmanlı döneminde yönetici elitin kendini “Osmanlı” olarak tanımlaması, “Türk” adının daha çok Anadolu köylüsü ve askerî unsurlara atıfla kullanılmasıyla sonuçlanmıştır. Ancak buna rağmen, halk dilinde “Türk” daima Müslüman-Türk kültür havzasının bir parçası olmayı ifade etmiştir.

Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte, ulus-devlet modeline geçiş sürecinde “Türk” kavramı yeniden merkezi bir anayasal kimlik tanımına kavuşmuştur. 1924 Anayasası’nın 88. maddesi, “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın Türk denir” ifadesiyle, hem etnik hem de vatandaşlık tanımını kapsayan bir üst kimlik anlayışı ortaya koymuştur. Bu tanım, Fransız Devrimi sonrası vatandaşlık modelini esas almış, ancak aynı zamanda tarihsel Türk kimliğini kurucu unsur olarak korumuştur. Böylece, ulusal kimlik tanımı hem kapsayıcı (farklı etnik kökenleri dahil eden) hem de tarihsel sürekliliği sağlayan bir çerçeveye oturtulmuştur.

Antropolojik açıdan bakıldığında, ulus kavramı ortak dil, tarih, kültür ve semboller etrafında şekillenen bir toplumsal inşa sürecidir. “Türk” kimliği, yalnızca etnik kökene dayalı değil, aynı zamanda ortak tarihsel tecrübe, kültürel kodlar ve devlet geleneği ile pekişmiş bir ulusal üst kimliktir. Buna karşın, “Türkiyeli” kavramı antropolojik bağdan yoksundur; yalnızca coğrafi konum bildirir. Bu durum, ulusu tanımlayan kültürel ve tarihsel bağların yerine, mekânsal sınırların esas alınmasına yol açar ki bu, ulus-devlet teorisi açısından zayıf ve sürdürülemez bir modeldir.

Avrupa’daki tarihsel örnekler bu durumu pekiştirmektedir. Fransa’da “Fransız” (Français) kimliği, kökeni ne olursa olsun vatandaşlık bağıyla tanımlanır; “Fransalı” gibi bir coğrafi aidiyet ifadesi siyasi kimlik olarak kullanılmaz. Almanya’da “Deutsch” terimi hem etnik hem de vatandaşlık kimliği ifade eder; “Almanyalı” gibi bir kavram anayasal ve toplumsal bağlamda anlamsızdır. İngiltere’de ise “British” (Birleşik Krallık vatandaşlığı) siyasi kimliktir, ancak kökenler açısından “English”, “Scottish”, “Welsh” gibi alt etnik aidiyetler mevcuttur; buna rağmen “Britanyalı” kavramı resmî vatandaşlık tanımı yerine geçmez. Bu örnekler, ulusal kimliğin coğrafi değil, kültürel ve tarihsel bağlam üzerinden inşa edildiğini göstermektedir.

III. ANAYASAL VE HUKUKİ ÇERÇEVE

Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal düzeninde vatandaşlık tanımı, kuruluş felsefesiyle doğrudan bağlantılıdır. 1924 Anayasası’nın 88. maddesi, “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın Türk denir” hükmü ile, hem etnik hem de hukuki vatandaşlık bağını bir araya getiren kapsayıcı bir üst kimlik tanımı ortaya koymuştur. Bu ifade, etnik köken farkını reddederken, ulusal aidiyeti “Türk” adıyla belirlemiş ve bu kavramı devletin kurucu unsuru haline getirmiştir. 1961 Anayasası da 54. maddesinde aynı mantığı korumuş, yalnızca madde numaralandırmasında değişiklik yapmıştır. 1982 Anayasası’nın 66. maddesi ise, “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür” hükmüyle, bu anlayışı sürdürmüştür. Böylece, Türkiye Cumhuriyeti’nde “Türk” kavramı yalnızca bir etnik grup adı değil, anayasal olarak tanımlanmış hukuki vatandaşlık kimliğidir.

“Türkiyeli” kavramının mevcut anayasal düzen içinde herhangi bir yeri bulunmamaktadır. Hukuken, devlet vatandaşlarına farklı bir isim verme yetkisini anayasada belirtilen tanımın dışına çıkarak kullanmak mümkün değildir. “Türkiyeli” tanımı, hukuki metinlerde yer almamakta ve vatandaşlık hukukunda karşılık bulmamaktadır. Bu nedenle, bu kavramın kullanılmasının hukuki meşruiyeti yoktur; üstelik bu kavram anayasal tanımı değiştirmeyi gerektirir ki bu, yalnızca anayasa değişikliği yoluyla mümkün olabilir. Ancak böyle bir değişiklik, kurucu kimliği bulanıklaştırma ve devletin bütünlüğünü zayıflatma riskleri nedeniyle ciddi siyasi ve toplumsal tartışmalara yol açar.

Uluslararası karşılaştırmalarda benzer bir durum gözlenmektedir. Fransa Anayasası, “Fransız” kavramını yalnızca vatandaşlık bağıyla tanımlar ve hiçbir şekilde “Fransalı” gibi coğrafi aidiyete dayalı bir kavramı kullanmaz. Almanya’da Grundgesetz (Temel Yasa) “Alman” tanımını vatandaşlık bağı ile ilişkilendirir; “Almanyalı” gibi bir ifade anayasal veya hukuki metinlerde yer almaz. Birleşik Krallık’ta ise “British citizen” tanımı yasal statüyü belirler; “Britanyalı” kavramı yalnızca coğrafi veya........

© Turkish Forum