Trump, Aliyev, Paşinyan ve Erdoğan’ın Bölgeyi Yıkan Karanlık Hamlesi: Dünya Savaşı Kafkasya’dan mı Çıkacak?
Kafkasya, tarih boyunca Avrasya’nın hem enerji hem de güvenlik koridoru olma özelliğini taşıyan nadir bölgelerden biridir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bu bölge, yalnızca yerel devletlerin değil, küresel güçlerin de çıkar çatışmalarının merkezinde yer aldı (Cornell, 2017). Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki Dağlık Karabağ ihtilafı, 2020’deki İkinci Karabağ Savaşı ile yeni bir boyuta taşınmış; bu savaş, Rusya’nın arabuluculuğunda varılan ateşkes anlaşmasıyla sona ermişti. Ancak 2025’te ABD’nin devreye girmesi, dengeleri tamamen değiştirdi.
8 Ağustos 2025’te Washington’da, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ve Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan, ABD Başkanı Donald Trump’ın himayesinde bir anlaşma imzaladı. Anlaşma, kamuoyunda “Trump Koridoru” olarak adlandırılan, 44 kilometrelik bir transit geçiş yolunun açılmasını öngörüyor (Reuters, 2025). Resmî adı “Trump Route for International Peace and Prosperity (TRIPP)” olan bu koridor, ABD’ye 99 yıllık işletme ve güvenlik yetkileri tanıyor.
Bu gelişme yalnızca iki ülke arasındaki sınır ilişkilerini düzenlemekle kalmamış, Türkiye, İran, Rusya ve Çin gibi bölgesel ve küresel aktörler açısından da kritik stratejik sonuçlar doğurmuştur. Türkiye’deki muhalefet çevreleri, bu adımı “Türk dünyasının parçalanması” olarak nitelendirirken; İran, projeyi sınır güvenliğine doğrudan tehdit olarak tanımlamıştır (Times of India, 2025).
Anlaşmanın ana unsuru, Ermenistan’ın Syunik (Zengezur) bölgesinden geçen 44 km’lik bir transit yolun uluslararası statüye kavuşturulmasıdır. Bu koridor, Azerbaycan’ın Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti ile ana topraklarını birbirine bağlayacak şekilde planlanmıştır. Ancak en dikkat çekici husus, koridorun güvenlik ve işletme haklarının ABD merkezli bir konsorsiyuma verilmesidir (TopWar, 2025). Bu konsorsiyumun başında, Trump’a yakın iş insanı John Barrack’ın olduğu bilinmektedir.
Teknik olarak koridor; çift yönlü otoyol, demiryolu hattı, enerji nakil hatları ve fiber optik iletişim hatlarını içermektedir. ABD’nin anlaşma kapsamında 99 yıl süreyle “uluslararası güvenlik” sorumluluğunu üstlenmesi, bölgeye askeri danışmanlar ve güvenlik birimlerinin konuşlandırılmasına da kapı aralamaktadır. Bu durum, özellikle İran ve Rusya açısından ciddi bir stratejik tehdit olarak algılanmaktadır (Washington Post, 2025).
Koridorun hukuki statüsü konusunda ise taraflar arasında farklı yorumlar bulunmaktadır. Erivan yönetimi, koridorun Ermeni egemenliği altında kalacağını savunurken; Azerbaycan tarafı, anlaşmanın “uluslararası garanti” altında olduğunu vurgulamaktadır. ABD ise anlaşmanın “bölgesel barış” amacıyla yapıldığını belirtmekte; ancak enerji ve ticaret yollarında tam kontrol avantajı elde ettiği açıktır.
Kafkasya, yüzyıllar boyunca kara ticaret yolları ile enerji hatlarının kesişim noktası olmuştur. Osmanlı-İran-Rusya rekabetinin yüzyıllar boyunca bu bölgede yoğunlaşmasının temel sebebi, jeostratejik geçiş noktalarının kontrolüdür (Suny, 1994). 19. yüzyılda Rus İmparatorluğu’nun Kafkasya’yı ilhak etmesi, bölgedeki güç dengesini tamamen değiştirmiş; II. Dünya Savaşı’nda ise Almanların Bakü petrolüne ulaşma girişimleri Kafkasya’nın stratejik önemini bir kez daha ortaya koymuştur.
Soğuk Savaş sonrası dönemde, Batı’nın Kafkasya’ya ilgisi özellikle enerji hatları üzerinden şekillenmiştir. 2005’te açılan Bakü–Tiflis–Ceyhan boru hattı, Hazar petrolünü Akdeniz’e ulaştırarak Rusya’nın enerji tekelini kırmayı hedeflemiştir. Günümüzde ise Zengezur/Trump Koridoru, bu tarihi “doğu-batı geçiş hattı” zincirinin yeni halkası olarak öne çıkmaktadır.
Dolayısıyla 2025 anlaşması, yalnızca Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki bir teknik düzenleme değil; Kafkasya’nın yüzlerce yıldır süren jeopolitik mücadelesinin en güncel versiyonudur. Bu bağlamda, ABD’nin doğrudan sahaya inmesi, bölgedeki güç dengesini radikal biçimde değiştirebilecek bir adımdır.
ABD’nin Kafkasya politikasında 1990’lardan itibaren temel amaç, Rusya ve İran’ın bölgedeki nüfuzunu sınırlandırmak olmuştur. Clinton döneminde başlayan “İpek Yolu Stratejisi” (Silk Road Strategy Act, 1999), bu hedefin ilk somut çerçevesini çizmişti. 2025 Zengezur/BOP- Trump Koridoru Anlaşması ise bu stratejinin daha agresif bir versiyonunu temsil etmektedir.
Washington, hem enerji hatlarının hem de kara taşımacılığı yollarının kontrolünü sağlayarak Çin’in “Kuşak ve Yol” girişimine karşı bir karşı ağı kurmayı hedeflemektedir (Brzezinski, 1997; U.S. Congress Reports, 2025).
Trump yönetiminin bu projeye yoğun ilgi göstermesinin ardında, yalnızca jeopolitik değil, aynı zamanda ekonomik ve kişisel bağlantılar da vardır. ABD basınında çıkan haberlere göre, koridoru yönetecek konsorsiyumun başındaki John Barrack, Trump’ın yakın iş çevresinden biridir (Politico, 2025). Bu durum, projenin uluslararası güvenlik boyutundan ziyade “özel çıkar” boyutunun da bulunduğuna işaret etmektedir.
Ayrıca ABD, bu koridor aracılığıyla Güney Kafkasya’da kalıcı askeri varlık bulundurabilecek bir altyapıya sahip olacaktır. İran sınırına 50 km mesafede yer alan bu koridor, Washington açısından “ileri gözetleme” ve “lojistik destek” noktası işlevi görebilir. Bu durum, İran’ın ve Rusya’nın tepkisini daha da sertleştirmiştir.
İlham Aliyev açısından bu anlaşma, Azerbaycan’ın Nahçıvan ile kara bağlantısını güçlendirme ve Ermenistan üzerindeki baskısını sürdürme fırsatı sunmaktadır. Ancak anlaşmanın ABD’ye 99 yıllık imtiyaz tanıması, Azerbaycan’ın uzun vadeli egemenlik alanında tartışmalı bir alan yaratmaktadır. Muhalif çevreler, bunun “jeopolitik rehin verme” anlamına geldiğini ileri sürmektedir.
Nikol Paşinyan ise bu anlaşmayı, Ermenistan’ı Rusya’nın etkisinden çıkarma ve Batı ile entegrasyonu hızlandırma aracı olarak görmektedir. 2020 savaşında Rusya’nın yeterince destek vermediğini düşünen Erivan yönetimi, Washington’un güvenlik şemsiyesi altına girmeyi tercih etmiştir (The Cradle, 2025). Ancak bu tercihin Ermeni kamuoyunda ciddi bir bölünme yarattığı da gözlemlenmektedir.
Recep Tayyip Erdoğan ve Türkiye açısından ise tablo daha karmaşıktır. Türkiye, ilk bakışta koridorun kendi “Türk dünyası bağlantılarına hizmet edeceğini” savunmuştur. Ancak koridorun ABD kontrolünde olması, Ankara’nın “bağımsız Türk dünyası entegrasyonu” vizyonuyla çelişmektedir. Bu durum, iktidar üzerinde hem iç politikada hem de uluslararası alanda “ABD’ye bağımlılık” eleştirilerini artırmıştır.
Türkiye, 1990’lardan itibaren “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne” uzanan bir Türk dünyası stratejisi geliştirmiştir. Bu stratejinin en önemli bileşeni, Azerbaycan ile doğrudan kara bağlantısının sağlanmasıydı. Zengezur/ BOP-Trump Koridoru bu hedefe güya “fiziksel olarak hizmet etse de”, ABD’nin kontrolü altında olması Ankara açısından stratejik bir kırılma yaratmaktadır (Yalçınkaya, 2020).
Bu durum, Türkiye’nin hem........
© Turkish Forum
