menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Tek Adam Rejiminin Sonu mu? Türkiye’de Siyasal Yozlaşma, Toplumsal Dönüşüm ve Milli İradeye Doğru Yeni Bir Yönelim

8 11
02.08.2025

Türkiye, 21. yüzyılın ilk çeyreğinde siyasal, ekonomik ve sosyal açılardan derin bir dönüşüm sürecinden geçmektedir. Bu dönüşümün temel aktörlerinden biri olan Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki iktidar, özellikle 2017 Anayasa değişikliğiyle birlikte “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adı verilen bir yönetim modeline geçiş yapmıştır. Bu sistem, yürütme yetkisinin tek elde toplanmasını sağlamış; siyasal çoğulculuk, kuvvetler ayrılığı ve denge-denetim mekanizmaları büyük ölçüde işlevsiz hale getirilmiştir (Esen & Gümüşçü, 2020). Ancak bu sistemin toplumsal tabanda ve ekonomi politikaları düzeyinde ciddi sorunlar üretmesi, iktidarın meşruiyetinin ve sürdürülebilirliğinin sorgulanmasına yol açmıştır.

1: Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan bu yana birçok siyasal ve toplumsal dönüşüme sahne olmuştur. 1923’ten bu yana askeri darbeler, çok partili rejime geçiş, neoliberal politikaların etkisi ve 2000’li yıllarda İslamcı muhafazakâr bir partinin iktidarı gibi birçok evre yaşamıştır. Özellikle 2002 yılında ABD ve Batının desteklediği Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) tek başına iktidara gelişi, Türkiye’nin siyasal sisteminde radikal değişimlerin önünü açmıştır. Bu sürecin kırılma noktası ise 2017’deki anayasa referandumu ile kabul edilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olmuştur. Bu sistem, fiili olarak başkanlık rejimiyle yönetilen Türkiye’yi, demokratik normlar açısından farklı bir eksene oturtmuştur (Esen & Gümüşçü, 2020).

Cumhurbaşkanlığı sistemi, başta hızlı karar alma ve etkin yönetim vaatleriyle savunulmuştur. Ancak geçen zaman zarfında sistemin, iktidarın RTE’ye tabi bir şekilde merkezileşmesi, yargı bağımsızlığının zayıflaması, yasamanın işlevsizleşmesi ve medya ile sivil toplumun baskı altına alınması gibi antidemokratik sonuçlar doğurduğu gözlemlenmiştir (Freedom House, 2024). Aynı zamanda bu rejim, kamusal alanda karşılıklı denge ve denetleme mekanizmalarını işlevsizleştirerek, karar alıcıların keyfî yönetim pratiğine zemin hazırlamıştır. Bu yapının ortaya çıkardığı krizler yalnızca siyasal alanda değil; ekonomik çöküş, sosyal huzursuzluk ve kurumsal yozlaşma olarak da kendini göstermiştir.

2: Siyasal Rejimde Dönüşüm:Parlamenter Sistemden Tek Adam Yönetimine

2.1. Güçler Ayrılığı İlkesinden Sapma ve Kurumsal Erozyon

Türkiye’nin 2017 yılında gerçekleştirdiği anayasa değişikliği, parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçişi kurumsallaştırarak siyasal rejimin temel yapısını dönüştürmüştür. Ancak bu geçiş, klasik başkanlık sistemlerinin çoğunda var olan kuvvetler ayrılığı, denge-denetim ve temsil mekanizmalarıyla uyumlu olmamıştır. Yürütme gücünün tek bir kişide, yani Cumhurbaşkanı’nda toplanması; yasamanın denetim yetkisini zayıflatmış, yargının ise bağımsızlığına doğrudan müdahale edilmesine neden olmuştur (Esen & Gümüşçü, 2020). Yargıtay, Danıştay ve Anayasa Mahkemesi gibi yüksek yargı organlarının atamalarında Cumhurbaşkanı’nın yetkilerinin genişletilmesi, kuvvetler ayrılığı ilkesini fiilen ortadan kaldırmıştır.

Kurumsal bağımsızlığın zayıflatılması sadece yargı ile sınırlı kalmamış; Merkez Bankası, TÜİK, RTÜK, YÖK gibi kilit kamu kurumları da doğrudan yürütme organının güdümüne girmiştir. Özellikle Merkez Bankası başkanlarının siyasi baskılarla görevden alınması, kurumun para politikalarında bağımsız hareket etme kapasitesini ortadan kaldırmış, bu da doğrudan ekonomik krizlerin tetiklenmesine yol açmıştır (Öniş, 2023). TÜİK’in enflasyon verilerinde şeffaflıktan uzaklaşması ise kamuoyunun devlete olan güvenini ciddi şekilde sarsmıştır.

Parlamenter sistemde var olan kolektif sorumluluk ve karşılıklı denetim mekanizmaları, başkanlık sistemiyle birlikte ortadan kalkarken, devletin karar alma süreçleri birkaç danışman ve bürokratın kontrolüne geçmiştir. Bu durum, hem karar alma kalitesini düşürmüş hem de siyasal kararların keyfî, teknik temelden yoksun ve toplumdan kopuk hale gelmesine neden olmuştur. Türkiye’nin “tek adam rejimi”ne geçişi, yalnızca siyasal temsil sorunları yaratmamış, aynı zamanda kurumsal kapasiteyi de zayıflatarak devlet yönetiminde derin bir işlevsizlik üretmiştir (Aydın-Düzgit & Keyman, 2021).

2.2. Seçim Sistemindeki Bozulmalar ve Meşruiyet Krizi

Yeni sistemde uygulanan seçim ve temsile dair düzenlemeler, iktidarın lehine olacak biçimde şekillendirilmiştir. Seçim barajının yüksekliği (önce , sonra %7) ve seçim bölgelerinin yeniden düzenlenmesi, muhalefetin Meclis’te temsilini zayıflatmıştır. Ayrıca ittifak sistemleri, seçmenlerin doğrudan tercihlerini yansıtmayan sonuçlar üretmiş; bu da demokrasinin temel ilkelerinden biri olan adil temsil ilkesine aykırılık teşkil etmiştir (Somer, 2022). Oyların sandıkta eşit değere sahip olmaması, halkın seçimlere olan inancını da zayıflatmıştır.

Bu çarpıklıkların bir sonucu olarak, halkın oy verdiği temsilciler ile siyasi karar alma süreçleri arasındaki mesafe açılmış; “temsili demokrasi” yerini bir tür “kararname demokrasisine” bırakmıştır. 2018-2024 yılları arasında Cumhurbaşkanlığı tarafından yayımlanan binlerce kararname, Meclis’in yasa yapma ve denetleme işlevlerini büyük ölçüde geçersiz kılmıştır (TBMM, 2024). Bu da yasamanın yürütmeye tabi hale geldiği bir tür otoriterleşmeyi beraberinde getirmiştir.

Sistemin RTE ye tabi olarak merkezileşmesi ve yürütmenin sınırlarının belirsizleşmesi, toplumda iktidarın meşruiyetine dair tartışmaların yoğunlaşmasına neden olmuştur. Seçimlerdeki eşitsizlikler, medya üzerindeki baskılar ve seçim güvenliğine dair iddialar, seçmenin sisteme olan güvenini azaltmıştır. Bu güven erozyonu, toplumsal kutuplaşmayı artırarak yönetilebilirlik krizini daha da derinleştirmiştir (Özbudun, 2022).

2.3. Tek Adam Rejiminin Yapısal Sınırları

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, özünde bir kriz yönetim sistemi olarak kurgulanmış; olağanüstü dönemlerde hızlı karar alma avantajı sunması gerekçesiyle güya meşrulaştırılmıştır. Ancak kriz anlarında hızlı karar almak bir avantaj gibi görünse de, kurumsal denetimden yoksun kararların uzun vadeli etkileri, genellikle zarar verici olmuştur. Örneğin pandemi döneminde alınan ekonomik ve sağlık politikaları, toplumun geniş kesimlerini dışlamış; kararların yalnızca Saray çevresinde alınması, kamu hizmetlerinin etkinliğini azaltmıştır (Bozkurt, 2021).

Ayrıca “tek adam” yönetimi, liderin kişisel karizmasına ve otoritesine bağlı olarak varlığını sürdürebilir hale geldiği için rejimin istikrarı, kurumlardan ziyade kişisel performansa bağlanmıştır. Bu, rejimi kırılgan ve geçici hale getirirken; liderin zayıflaması durumunda sistemin tamamen çökeceği yönündeki kaygıları da artırmıştır. Bu bağlamda, Erdoğan’ın bireysel liderliği üzerinden sürdürülen sistemin uzun ömürlü olması mümkün gözükmemektedir (Yavuz, 2018).

Söz konusu sistemin sürdürülebilir olmaması, halkta alternatif yönetim arayışlarının güçlenmesine ve muhalefet aktörlerinin “güçlendirilmiş parlamenter sistem” önerilerini öne çıkarmasına neden olmuştur. Giderek artan siyasal farkındalık ve değişim talebi, Türkiye’de toplumsal ve siyasal bir dönüşümün zeminini güçlendirmektedir.

3: Ekonomik Kriz ve Sosyal Tepkiler, Enflasyon, Yoksulluk ve Geleceksizlik

3.1. Enflasyonist Baskı ve Alım Gücündeki Çöküş

Türkiye’de 2021 sonrasında yükselen enflasyon, Cumhuriyet tarihinin en sert ekonomik dalgalanmalarından birine yol açmıştır. Resmî verilere göre yıllık TÜFE (Tüketici Fiyat Endeksi) 2022’de ’e, 2024’te ise p’in üzerine çıkmıştır. Ancak bağımsız araştırma kuruluşu ENAG’ın hesaplamaları, gerçek enflasyonun bu oranların çok daha üzerinde olduğunu göstermektedir (ENAG, 2024). Temel gıda ürünlerinde aylık fiyat artışları, vatandaşların yaşam kalitesini ciddi oranda düşürmüştür. Asgari ücretin her zam döneminden birkaç ay sonra erimesi, geniş toplum kesimlerinde alım gücünün yok olmasına neden olmuştur.

Merkez Bankası’nın para politikasında bağımsız hareket edememesi, faiz oranlarının siyasi tercihlere göre belirlenmesi ve sürekli değişen ekonomik yönetim kadroları; piyasalarda öngörülebilirliği ortadan kaldırmıştır. Bu durum, döviz kurlarında ani yükselişlere, yatırımcı güveninin sarsılmasına ve uzun vadeli yatırım kararlarının ötelenmesine neden olmuştur (Öniş, 2023). Vatandaş düzeyinde ise tasarruf yapma imkânı kalmamış, geniş halk kesimleri kredi kartı ve bireysel borçla yaşamaya başlamıştır. 2025 itibariyle bireysel kredi ve kredi kartı borçları 2.5 trilyon TL’yi aşmış durumdadır (BDDK, 2025).

Bu ekonomik krizin toplum üzerindeki etkisi sadece sayısal verilerle sınırlı kalmamaktadır. Sokak röportajlarında, sosyal medyada ve bağımsız medya kuruluşlarında paylaşılan günlük hayat gözlemleri, halkın iktidara karşı ciddi bir memnuniyetsizlik geliştirdiğini ortaya koymaktadır. Halkın özellikle “çocuklarının geleceğinden endişe duyma”, “temel ihtiyaçlarını karşılayamama”, “geçinememe” gibi duygusal tepkileri, mevcut ekonomik sistemin sorgulanmasına neden olmaktadır (Bozkurt, 2023). Artık yalnızca muhalif kesimler değil, iktidar tabanında yer alan seçmenler de ekonomik politikalardan tatmin olmadıklarını açıkça dile getirmektedir.

3.2. Gelir Dağılımındaki Bozulma ve Orta Sınıfın Çöküşü

Son on yılda Türkiye’de gelir dağılımı hızla bozulmuş ve Gini katsayısı tarihî zirvelere ulaşmıştır. TÜİK 2024 Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’na göre, nüfusun en zengin ’lik kesimi toplam gelirin I’unu alırken, en yoksul ’lik kesim sadece %5’e ulaşabilmektedir. Bu durum, zengin ile yoksul arasındaki uçurumun derinleştiğini ve Türkiye’deki sosyal sınıf yapısının ciddi şekilde sarsıldığını göstermektedir (TÜİK, 2024). Özellikle sabit gelirli kamu çalışanları, emekliler ve küçük esnaf bu süreçte önemli kayıplar yaşamıştır.

Orta sınıf olarak tanımlanan, hem üretici hem de tüketici rolü üstlenen toplumsal tabaka, ekonomik politikalar nedeniyle sistem dışına itilmiştir. Konut, ulaşım, sağlık ve eğitim gibi temel alanlarda fiyatların fahiş seviyelere ulaşması, orta sınıfın bu hizmetlere erişimini zorlaştırmıştır. Özellikle konut fiyatlarındaki artış nedeniyle birçok çalışan artık kiralık ev dahi bulamamakta, gençler evlilik ve bağımsız yaşam kararlarını ertelemektedir. Bu durum sadece ekonomik değil; aynı zamanda toplumsal yapıda da çözülmelere yol açmaktadır (TMMOB, 2024).

Gelir eşitsizliğinin artması, “sosyal adalet” ilkesine olan inancı zayıflatmış; devletin “adil dağıtıcı” rolünü yitirmesi, toplumda hem devlete hem de mevcut rejime yönelik eleştirileri artırmıştır. Vergi sistemindeki adaletsizlik, servet sahiplerinin vergi muafiyetleri ile korunması, yoksul kesimin ise dolaylı vergilerle ezilmesi, sistemin ideolojik olarak da sorgulanmasına neden olmuştur (Karakılıç, 2022). Bu koşullarda iktidarın ekonomi yönetimi, hem teknik hem de etik anlamda güvenilirliğini yitirmiştir.

3.3. Genç İşsizliği, Beyin Göçü ve Gelecek Kaygısı

Türkiye’de genç işsizliği uzun süredir kronik bir sorun olarak varlığını sürdürmektedir. TÜİK’in 2025 verilerine göre, 15–24 yaş arası gençlerde işsizlik oranı 2’nin üzerindedir. Daha dikkat çekici olan ise bu yaş grubundaki üniversite mezunlarında işsizlik oranının @’a yaklaşmasıdır (TÜİK, 2025). Üniversite mezunu gençler, diplomalarının ekonomik değerini yitirdiğini düşünmekte; istihdamda liyakatten çok torpilin belirleyici olduğu algısı yaygınlaşmaktadır.

Bu sorunların sonucu olarak gençler arasında yaygın bir “gelecek kaygısı” oluşmuştur. Eğitimli gençlerin önemli bir kısmı yurtdışına gitme eğilimindedir. Almanya, Kanada, Hollanda gibi ülkeler, son yıllarda Türkiye’den gelen nitelikli işgücü göçünde rekor artışlar kaydetmiştir (OECD, 2024). Beyin göçü, yalnızca bireylerin tercihi değil, aynı zamanda ülkenin entelektüel kapasitesinin ve inovasyon potansiyelinin azalmasına neden olan yapısal bir soruna dönüşmüştür.

Gelecek umudu olmayan gençlik, siyasal ve sosyal sistemlerle bağ kurmakta zorlanmaktadır. Bu durum, mevcut rejimin sürdürülebilirliğini tehdit eden önemli bir faktördür. Genç seçmenlerin büyük çoğunluğu, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne karşıdır ve özgürlükçü, katılımcı bir demokratik........

© Turkish Forum