Tanrı Kavramının Felsefi, Psikolojik ve Bilimsel Perspektiflerden Eleştirisi: Teizm, Ateizm ve Agnostisizm Arasında
İnsanlık tarihi boyunca Tanrı fikri, düşüncenin, inancın ve kültürün en derin sorularından biri olmuştur. “Tanrı var mıdır?” sorusu, yalnızca dinlerin değil, felsefenin, bilimin, psikolojinin ve hatta dilin sınırlarını zorlayan bir tartışma konusudur. Tanrı düşüncesi, insanın kendi varoluşunu, anlam arayışını ve evrendeki yerini kavrama çabasıyla yakından ilişkilidir. Dolayısıyla bu soru, sadece teolojik bir iddia değil, epistemolojik ve ontolojik bir meseledir. Teistler Tanrı’yı evrenin nihai nedeni ve ahlaki düzenin temeli olarak görürken, ateistler bu fikri gereksiz bir hipotez, hatta insan zihninin ürettiği bir yanılsama olarak değerlendirirler. Agnostikler ise bu konuda kesin bilgiye ulaşmanın insan aklının ötesinde olduğunu ileri sürerler (Küng, 1978; Dawkins, 2006; Plantinga, 2011).
Klasik Felsefede Tanrı’nın Varlığına Dair Argümanlar
Klasik felsefede Tanrı’nın varlığına ilişkin ilk sistematik deliller Orta Çağ düşünürleri tarafından geliştirilmiştir. Bunların en ünlüsü Aziz Anselmus’un ontolojik argümanıdır. Anselmus’a göre Tanrı, “kendinden daha büyüğü düşünülemeyen varlık”tır. Böyle bir varlık, yalnızca zihinde değil, gerçekte de var olmalıdır; aksi takdirde eksik olurdu. Bu nedenle Tanrı’nın varlığı, kavramsal olarak zorunludur. Descartes de benzer biçimde Tanrı’yı, varlığı kendi özünden gelen bir idea olarak kabul eder (Descartes, 1641). Ona göre Tanrı, kusursuzluk fikrinin kaynağıdır ve bu fikir insanda doğuştan vardır; çünkü sınırlı bir varlık kendi başına sonsuzluk fikrini üretemez. Ancak bu düşünce çizgisi, Kant tarafından ciddi biçimde eleştirilmiştir. Kant (1781), varlığın bir yüklem olmadığını, dolayısıyla “var olan Tanrı” ifadesinin mantıksal bir doğrulama içermediğini ileri sürer. Bu eleştiriyle birlikte ontolojik kanıt, modern felsefede büyük ölçüde geçerliliğini yitirmiştir.
Kozmolojik argüman, Aristoteles’in “ilk hareket ettirici” kavramına dayanır ve Aquinas tarafından Hristiyan teolojisine uyarlanmıştır. Bu argümana göre, evrendeki her şey bir nedene bağlıdır; bu neden-sonuç zinciri sonsuza kadar gidemeyeceği için, ilk nedeni olan bir varlık olmalıdır ve bu varlık Tanrı’dır (Aquinas, 1274). Ancak Hume, bu düşüncenin deneysel temelden yoksun olduğunu söyler. Ona göre “evrenin bir nedeni olmalı” demek, insan zihninin dünyadaki sınırlı deneyimini evrenin tamamına yansıtmasından ibarettir (Hume, 1779). Bertrand Russell da benzer şekilde, evrenin neden var olduğuna dair “neden olmasın?” cevabını verir (Russell, 1927). Dolayısıyla evrenin varlığı bir “yaratıcıyı” gerektirmez; varlık, açıklama gerektirmeyen temel bir olgu olabilir.
Teleolojik, yani düzen argümanı, doğadaki karmaşık düzenin bilinçli bir tasarım gerektirdiğini öne sürer. William Paley’in (1802) meşhur “saatçi” benzetmesi bu yaklaşımın sembolüdür: Bir saat, bir saatçi gerektiriyorsa, doğadaki düzen de bir tasarımcı gerektirir. Ancak Darwin’in doğal seçilim teorisi, bu düşünceyi temelden sarstı. Doğal süreçlerin, yönlendirici bir bilinç olmaksızın karmaşık düzenler yaratabileceği gösterildi (Dawkins, 1986). Modern biyolojiye göre, doğadaki “amaçlılık” görünümü, evrimsel mekanizmaların bir sonucudur; bu nedenle Tanrı hipotezi, açıklama gücü bakımından bilimsel bir zorunluluk taşımamaktadır. Buna rağmen teleolojik argüman, kozmolojik ölçekte (örneğin fizik yasalarının hassas ayarı meselesinde) hâlâ bazı filozoflar tarafından savunulmaktadır (Swinburne, 2004).
Modern Felsefe ve Bilimsel Eleştiriler
Modern çağla birlikte Tanrı’nın varlığı meselesi, doğa bilimlerinin gelişimiyle farklı bir çerçeveye taşınmıştır. Newtoncu mekanik evreni bir saat gibi işleyen bir sistem olarak görmüş, ancak Tanrı’yı bu sistemin ilk düzenleyicisi olarak kabul etmiştir. Fakat Laplace, Napoléon’a “Bu hipoteze gerek duymadım” dediğinde, Tanrı artık evrenin açıklaması olmaktan çıkmış, bilimin dışında bir kavrama dönüşmüştür. Bilimsel açıklamalar geliştikçe, doğa olaylarını açıklamak için “Tanrı”ya başvurma ihtiyacı azalmıştır. Bu durum bazı düşünürler tarafından “boşlukların Tanrısı” (God of the gaps) problemi olarak adlandırılır; yani bilgi eksikliğinin olduğu her yerde Tanrı varsayımı devreye sokulur, ancak bilgi ilerledikçe bu boşluklar kapanır (Dennett, 2006).
Kozmolojideki “Büyük Patlama” modeli, evrenin başlangıcına işaret etmesi nedeniyle bazı teistler tarafından Tanrı lehine bir kanıt olarak görülmüştür. Ancak bu model, fiziksel yasaların geçerli olduğu bir evreni açıklarken, yasaların ötesinde ne olduğunu söylemez. Stephen Hawking (1988), evrenin “kendiliğinden kuantum dalgalanmalarıyla”........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Robert Sarner
Mark Travers Ph.d
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon