menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Milliyetçilik Kavramı ve Türk Milleti İçin Önemi: Atatürk’ün Anladığı Biçimiyle Türk Milliyetçiliği

12 0
05.08.2025

Milliyetçilik, modern siyasal ve toplumsal düşüncenin en köklü ve etkili kavramlarından biridir. Bir milletin kendi kimliğini tanıması, tanımlaması, savunması ve geleceğini inşa etme çabası, büyük oranda milliyetçilik fikri üzerinden şekillenmiştir. Bu fikir, yalnızca siyasal bir ideoloji değil; aynı zamanda bireyin aidiyet ihtiyacına cevap veren psikolojik bir zemin, kültürel bir yapı taşı ve toplumsal birliğin temeli olarak da değerlendirilir. Özellikle 19. yüzyıl sonrası Avrupa’da şekillenen ulus-devlet modeliyle birlikte, milliyetçilik, imparatorlukların çözülmesinde ve yeni devletlerin inşasında belirleyici olmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş süreci de bu bağlamda ele alınmalıdır. Osmanlı İmparatorluğu’nun çok uluslu yapısından yeni bir ulus-devlete geçiş, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde gerçekleştirilen siyasal, toplumsal ve kültürel dönüşümlerle mümkün olmuştur. Bu dönüşümlerin temelinde ise bir milletin kendini tanıması, tanımlaması ve yeniden inşa etmesi vardır. Atatürk’ün bu süreçte benimsediği ve yön verdiği milliyetçilik anlayışı, klasik Avrupa milliyetçiliklerinden önemli farklılıklar taşımaktadır. O, milliyetçiliği ne ırk temelli bir üstünlük düşüncesi olarak görmüş, ne de başka milletleri dışlayan bir araç olarak kullanmıştır. Aksine, onun milliyetçilik anlayışı; kültürel, tarihsel ve siyasal bir birlik çerçevesinde şekillenmiş, kapsayıcı ve bütünleştirici bir yapıya sahiptir.

Bu noktada dikkat edilmesi gereken önemli bir husus, kavramların doğru ve tutarlı kullanımıdır. Milliyetçilik, bireylere ait bir özellik değil, milletin ortak değerlerine ve birliğine atfedilen kolektif bir kavramdır. Bu nedenle “Atatürk milliyetçiliği” gibi bir ifade, kavramı kişiselleştirme riskini taşımaktadır ve doğru bir kavram değildir. Doğru olan; “Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı” ya da “Atatürk’ün anladığı biçimiyle Türk milliyetçiliği” gibi ifadeler kullanmaktır. Atatürk, Türk olduğu için Türk milliyetçisidir; onun milliyetçiliği de Türk milletinin değerlerine ve bağımsızlığına adanmış bir duruştur.

Milliyetçilik kavramı, modern anlamda 18. yüzyıl sonlarında özellikle Fransız Devrimi’nin ardından ortaya çıkmış ve 19. yüzyıl boyunca Avrupa’da yaygınlık kazanmıştır. Fransız Devrimi, halkın egemenliğine dayalı bir siyasal yapının, krallık ve imparatorluk gibi hanedan merkezli iktidarların yerini alabileceğini göstermiştir. Böylece “millet”, sadece etnik veya soy temelli değil, siyasal bir varlık olarak tanımlanmaya başlamıştır. Bu düşünce, Jean-Jacques Rousseau’nun “toplum sözleşmesi” fikriyle temellenmiş; halkın kendi kendini yönetme hakkı, millet kavramının merkezine yerleşmiştir. Milliyetçilik böylece, egemenliğin halka ait olduğu ve bu egemenliğin bir milletin iradesiyle şekillendiği düşünsel bir zemin kazanmıştır.

Felsefi olarak milliyetçilik, sadece siyasal egemenlik iddiası değil, aynı zamanda bir ahlaki bağlılık formudur. Johann Gottfried Herder ve Johann Gottlieb Fichte gibi Alman filozoflar, 18. yüzyılın sonlarında milli kimliğin dil, kültür ve tarih birliği ile oluştuğunu savunmuşlardır. Herder’e göre her milletin kendine özgü bir ruhu (Volksgeist) vardır; bu ruh, o milletin dili, edebiyatı ve kültürü ile yaşatılır. Bu görüşler, etnik-kültürel temelli bir milliyetçilik anlayışını şekillendirmiştir. Ancak bu anlayış zamanla farklı ülkelerde farklı biçimlerde evrilmiştir. Örneğin Fransa’da daha çok yurttaşlık esaslı (siyasal) milliyetçilik ön plana çıkarken, Almanya’da kültürel milliyetçilik daha baskın olmuştur.

Milliyetçilik aynı zamanda modernleşmenin bir aracıdır. Ernest Gellner’e göre, milliyetçilik, sanayileşme ile ortaya çıkan toplumsal dönüşümlerin ideolojik ifadesidir. Sanayi toplumları, okur-yazar, ortak dile ve kültüre sahip bireylere ihtiyaç duyar; bu da milli kimliğin yaygınlaştırılmasını zorunlu kılar. Benedict Anderson ise milliyetçiliği “hayali cemaatler” teorisiyle açıklamıştır: Ona göre millet, bireylerin birbirini tanımadığı halde kendini aynı topluluğun parçası olarak gördüğü hayali bir yapıdadır. Dolayısıyla milliyetçilik, sadece gerçek bir topluluğun değil, aynı zamanda kültürel bir inşanın ürünüdür. Bu yaklaşımlar, milliyetçiliğin sadece bir duygu ya da sadakat biçimi değil, aynı zamanda yapılandırılmış bir toplumsal gerçeklik olduğunu göstermektedir.

Milliyetçilik kavramı, tarihsel olarak çeşitli biçimlerde tezahür etmiştir: savunmacı, ırkçı milliyetçilik milliyetçilik, saldırgan milliyetçilik, etnik milliyetçilik, kültürel milliyetçilik ve siyasal milliyetçilik gibi alt türleri vardır. Türk milleti açısından milliyetçilik, özellikle imparatorluktan ulus-devlete geçiş sürecinde varoluşsal bir ihtiyaç olarak şekillenmiştir. Atatürk’ün benimsediği milliyetçilik anlayışı ise, bu tarihsel birikim içinde özgün bir konumda durur: ne Batı’daki gibi sömürgeci, ne de etnik-dışlayıcıdır. Bu anlayış, milletin kendini tanıması ve modernleşme sürecine kültürel bir bütünlükle katılması gerektiği fikrine dayanır. Dolayısıyla Türk milliyetçiliği, kökeni evrensel olan bir fikrin, Türk tarihsel gerçekliğiyle yeniden yorumlanmış halidir.

Milliyetçilik olgusunu sosyolojik açıdan değerlendirmek, birey ile toplum arasındaki ilişkiler bağlamında milletin nasıl inşa edildiğini anlamak açısından önemlidir. Emile Durkheim’a göre toplumlar, ortak inançlar, değerler ve normlar etrafında bütünleşir. Milliyetçilik, bu ortaklıkları ulusal düzlemde bir kimlik inşasıyla pekiştirir. Bu bağlamda milliyetçilik, sadece siyasal sınırları belirleyen bir araç değil, aynı zamanda toplumsal dayanışmayı sağlayan bir semboller sistemidir. Sosyoloji bilimi açısından millet, doğuştan gelen değil, tarihsel süreçte gelişen toplumsal bir inşadır. Bu durum, milliyetçiliğin sürekli yeniden üretilen ve güncellenen bir toplumsal gerçeklik olduğunu ortaya koyar.

Antropolojik açıdan ise milliyetçilik, bir toplumun kültürel kodlarının, ritüellerinin, mitlerinin ve sembollerinin sistematik biçimde organize edilmesiyle ilgilidir. Clifford Geertz’e göre kültür, bireylerin dünyayı anlamlandırma biçimidir; bu bağlamda milliyetçilik, bireylerin millet adı verilen büyük topluluğa aidiyet hissetmesini sağlayan kültürel bir araçtır. Antropolog Benedict Anderson’un “hayali cemaat” kavramı da bu anlayışla uyumludur. Anderson’a göre millet, bireylerin bir araya gelmeden kendilerini bir topluluğa ait hissettikleri hayali ama güçlü bir inşadır. Dil, tarih, eğitim sistemi ve medya gibi araçlar, bu hayali cemaatin inşasında kritik rol oynar.

Modern ulus-devletlerin oluşumunda milliyetçiliğin sosyo-kültürel rolü de büyüktür. Pierre Bourdieu, kültürel sermayenin aktarımıyla toplumun yeniden üretildiğini belirtir. Bu bağlamda milliyetçilik, bir tür kültürel sermaye olarak işlev görür; bireyler bu sermayeyi eğitim yoluyla içselleştirir ve yeniden üretir. Örneğin, ortak bir tarih anlatısı, ulusal bayramlar, milli marş gibi semboller ve törenler, bireylerin kolektif bilinçle hareket etmesini sağlar. Bu yönüyle milliyetçilik, sadece üstten empoze edilen bir ideoloji değil, bireylerin günlük hayatında ritüelleşen ve yaşatılan bir pratikler bütünüdür.

Türk toplumunun sosyolojik ve antropolojik yapısı incelendiğinde, milliyetçiliğin yalnızca siyasal bağımsızlık fikriyle değil, kültürel süreklilik ve toplumsal bütünleşme amacıyla da iç içe geçtiği görülür. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişte yaşanan kültürel kopuşlar, yeni bir ulusal kimlik yaratma gerekliliğini doğurmuştur. Atatürk’ün milliyetçilik........

© Turkish Forum