menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Milli Şuurun Yeniden İnşası ve Atatürk Referansı Ekseninde Türkiye’nin Birlik ve Direniş Stratejisi

9 0
28.07.2025

MİLLİ ŞUUR VE BİRLİK ZORUNLULUĞU

Türk milleti, tarih boyunca sayısız saldırı, ihanet ve kuşatmayı göğüslemiş, her defasında yeniden doğmuş ve bağımsızlığını korumuştur. Ancak bugün karşı karşıya olduğumuz tehlike, geçmişten çok daha sinsi, çok daha kapsamlıdır. Ülkemizin birliğini, devletimizin varlığını ve milletimizin onurunu hedef alan iç ve dış unsurlar, “komisyonlar” adı altında çözülme sürecini adım adım işletmektedir.

Bu kritik dönemde, artık uyanma vakti gelmiştir. Artık sadece bireysel farkındalık değil; millî bilinçle, Atatürk’ün izinde, birlikte hareket etme kararlılığı ile millet olarak ayağa kalkmalıyız. Sessiz kalmak, birlikte hareket etmemek, bu toprakları ve devletimizi kaybetmek demektir.

Siyasi partiler, kamu görevlileri, sivil toplum ve her vatandaş; Atatürk referansında birleşerek, milli şuurla donanmalı ve devleti yok etmeye yönelik sinsi planlara karşı kararlı bir direniş sergilemelidir.

Bu direniş, sadece bir savunma değil; geleceğimizi kurma mücadelesidir.
Birlikte hareket etmekten başka kurtuluş yolu yoktur.
Direniş şereftir; birlikte direnmek ise en büyük şereftir.

Her devletin arkasında onu ayakta tutan bir milli şuur ve toplumu bir arada tutan bir ortak kimlik vardır. Türk milleti, tarih boyunca devlet kurma geleneğiyle, sadece siyasi bir organizasyon değil; kökleri derinlere uzanan bir medeniyet bilinci oluşturmuştur. Bu bilinç, Göktürklerden, Hun Türklerine, Karahanlılardan, Selçuklu’dan Osmanlı’ya, Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar uzanan süreçte milletin varlığını ve sürekliliğini sağlamıştır. Ancak bugün, hem içeriden hem dışarıdan yöneltilen sistematik saldırılarla, bu milli şuura darbe vurulmak istenmektedir. Dolayısıyla milli kimlik ve şuuru yeniden tanımlamak ve canlandırmak, tarihi bir görevdir.

1.1. Türk Kimliği: Etnik Değil, Siyasi ve Kültürel Bir Üst Kimliktir

Türk kimliği, dar anlamda bir etnik kimlik değil; bin yıllık bir tarihsel birlikteliğin, mücadele ortaklığının ve kader birliğinin ifadesidir. Atatürk’ün ifadesiyle, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” Bu tanım, farklı kökenden gelen insanları tek bir çatı altında, ortak bir aidiyet ve gelecek ülküsünde birleştiren kapsayıcı bir tanımdır. Bugün ise bu tanım, özellikle küreselci yapılar ve bölücü unsurlar tarafından hedef alınmakta, kimlik parçalanması teşvik edilerek millet olma bilinci aşındırılmaktadır.

1.2. Milli Şuur: Egemenliğin Teminatıdır

Milli şuur, bir toplumu toplum yapan ortak değerlerin, tarih bilincinin ve devlet anlayışının farkındalığıdır. Bu şuur; bireyin kendi milletine, devletine ve tarihine karşı taşıdığı sorumluluk duygusudur. Egemenliğin kaynağı yalnızca seçimler değil, o egemenliği koruma iradesidir. Eğer millet, kendi kimliğine yabancılaştırılırsa, egemenliğini de teslim eder. İşte bu noktada milli şuur, yalnızca bir bilinç değil; aynı zamanda bir savunma hattıdır. Bu hat çökerse, millet teslim alınır.

1.3. Şuur Erozyonu: Kimliksizleştirme Politikaları

Bugün özellikle medya, eğitim sistemi ve kültürel içerikler aracılığıyla, Türk milletine sistemli bir şuur erozyonu uygulanmaktadır. Genç nesiller, tarihini bilmeden büyümekte; milli kahramanlar yerine yabancı figürler özendirilmektedir. Kültürel kodlarımız çözülmekte, geleneksel bağlarımız zayıflatılmaktadır. Bu durum bir tesadüf değil; bir projedir. Bu projenin hedefi, dirençsiz, köksüz, yönlendirilebilir bir toplum inşa etmektir. Buna karşı en büyük panzehir, milli şuuru yeniden diriltmektir.

1.4. Türk Olmak: Sadece Soyla Değil, Şuurla İlgilidir

“Türk” olmak, yalnızca bir soydan gelmek değil; bir ülküye, bir tarihe, bir inanca sahip çıkmak demektir. Bu kimlik; bir şuurdur, bir duruştur, bir sorumluluktur. Dolayısıyla, “Ben Türküm” demekle yetinmek değil; Türk gibi düşünmek, yaşamak ve mücadele etmek gerekir. Bu, bireysel değil kolektif bir bilinç meselesidir. İşte bu yüzden, Türk kimliği; dışlayıcı değil, birleştirici ve kurucu bir kimliktir. Bu kimliği zayıflatmak, devleti zayıflatmaktır.

1.5. Atatürk ve Türk Kimliğinin Modern Yorumu

Atatürk, sadece bir lider değil; aynı zamanda modern Türk kimliğinin mimarıdır. O, Osmanlı’nın çöküş sürecinde, halkı etnik ve mezhepsel temellerle ayrıştırmaya çalışanlara karşı; Türk milletini yeniden birleştirmiştir. Onun “Türk milleti” tanımı, Anadolu’daki tüm unsurları bir araya getirerek bir siyasi millet yaratmıştır. Bu yönüyle Atatürkçü düşünce, bugün yaşanan kimlik krizine karşı en güçlü tarihsel zemin ve çözüm kaynağıdır.

Konuya böyle yaklaşıldığında, milli şuurun yeniden inşası, yalnızca ideolojik bir tercih değil; Türk milletinin bekasının olmazsa olmaz şartıdır. Kimliksizleştirme politikalarına, kültürel çözülmeye ve milli değerlerin tasfiyesine karşı en büyük direniş; şuurlu, kararlı ve tarihine bağlı bireylerden oluşan bir millet olmaktır. Türk kimliği, geleceğin de kilididir; bu kilidi kaybetmek, tüm kapıları düşmana açmak demektir.

Türk devleti, tarih boyunca güçlü merkezi otorite, kurumsal devamlılık ve kamusal sorumluluk anlayışıyla varlığını sürdürmüştür. Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte, halk egemenliğine dayalı çağdaş bir devlet yapısı tesis edilmiş; yasama, yürütme ve yargı erkleri arasında net yetki ve denetim dengeleri kurulmuştur. Ancak son yıllarda bu dengeler sistematik olarak bozulmuş, anayasal kurumlar devre dışı bırakılarak, “komisyonlar” adı altında yeni ve paralel bir yönetim modeli inşa edilmiştir.

2.1. Komisyonlaşma: Görünmez İktidarın Kurumsallaşması

Geleneksel olarak komisyonlar, sınırlı ve geçici görevler için kurulmuş danışma veya hazırlık mekanizmaları iken; bugün bu yapılar anayasal ve seçilmiş organların yerini almaya başlamıştır. Yargıdan eğitime, güvenlikten ekonomi politikalarına kadar kritik alanlarda kararlar, halk tarafından seçilmiş temsilciler yerine, atanan ve şeffaflıktan uzak kişilerden oluşan komisyonlar aracılığıyla alınmaktadır. Bu durum, egemenliğin halktan alınarak farklı merkezlere kaydırılması anlamına gelir.

2.2. TBMM’nin Yetkisizleştirilmesi: Meclis Değil, Komisyonlar Yönetiyor

Türkiye Büyük Millet Meclisi, Anayasa’da millet iradesinin tecelligâhı olarak belirlenmişken; günümüzde Meclis’in yetkileri ciddi biçimde sınırlandırılmıştır. Komisyonlar ve başkanlık sistemi ile birlikte milletvekillerinin denetim ve yasa yapma gücü sembolik düzeye indirgenmiştir. Devlet yönetimi, Meclis’te değil; başkanlık ofislerinde, politika kurullarında ve kapalı komisyonlarda şekillenmekte, halkın iradesi karar süreçlerinden sistematik olarak uzaklaştırılmaktadır.

2.3. Komisyonlar Milletin Değildir: Meşruiyet ve Hesap Verebilirlik Sorunu

Komisyonlar, “kamu yararına” sunulsa da ne halk tarafından seçilmekte ne denetlenmekte ne de halka hesap vermektedir. Siyasi sadakat ve ideolojik uyum esasına göre oluşturulan bu yapılar, kapalı kapılar ardında alınan kararlarla milletin iradesinin önünde engel teşkil etmektedir. Özetle;
• Komisyonlar milletin kendisi değildir,
• Milletin iradesini temsil etmez,
• Çoğunlukla millete rağmen hareket eden güçlerin kurumsal zeminidir.

Komisyon kurmak, görünürde teknik bir organizasyon olsa da özünde halkı devre dışı bırakmak, seçilmiş kurumları işlevsizleştirmek ve milli egemenliği paralel yapılara devretmek demektir. Bu nedenle, komisyonlar yoluyla yürütülen yapılandırma değil, devletin sistematik çözülmesidir.

2.4. Komisyonlar Üzerinden Yönetişim: Postmodern Bir Tasfiye Aracı

Yeni yönetim modelinde komisyonlar sadece idari karar mekanizmaları olmaktan çıkıp toplumsal dönüşümün motor gücü haline gelmiştir. Eğitim müfredatı, sağlık politikaları, medya denetimi gibi önemli alanlarda halkın değerleriyle çelişen kararlar, bu kapalı devre yapılarca dayatılmaktadır. Bu durum, demokratik yönetişim değil, yumuşak vesayet rejimidir. Modern görünümlü ancak anti-demokratik içerikli bu model, milletin denetim alanını yok ederek kurumsal işgal yaratmaktadır.

2.5. Bürokrasi ve Güvenlik Kurumlarının Komisyonlaştırılması

En tehlikeli dönüşüm ise güvenlik ve bürokrasi alanında gerçekleşmektedir. Geleneksel liyakat esaslı kadrolar yerini, sadakat temelli ve komisyonlar tarafından seçilen iktidar yanlısı görevlilere bırakmıştır. Bu durum, hizmet verimini düşürmekle kalmayıp devletin kurumsal hafızasını yok etmekte, milli refleksleri felç etmektedir.

Bu yüzden, komisyonlar, demokrasiyi güçlendirmek yerine halkın karar alma süreçlerinden soyutlanmasını sağlamak için kullanılmaktadır. Komisyon kurmak çoğunlukla millete rağmen yönetmek anlamına gelir. Bu yapıların meşruiyeti yoktur çünkü;
• Halktan doğmazlar,
• Halkı temsil etmezler,
• Hesap vermezler.

Bu nedenle, Türk milletinin asli görevi; komisyon devlet anlayışına karşı çıkmak, milli iradenin doğrudan temsil edildiği kurumları savunmak ve devletin milletin elinden alınmasına karşı topyekûn bilinçle mücadele etmektir. Milletimizin feraseti, bu yapıları sorgulamak ve demokratik denetime tabi tutmakla yükümlüdür. Komisyonlar, millete rağmen hareket eden yapılar olarak görüldüğü sürece, milli direniş ruhu yaşatılmalı ve güçlendirilmelidir.

Devletlerin karşı karşıya kaldığı tehditler artık yalnızca konvansiyonel savaş araçlarıyla değil; çok boyutlu, çok aktörlü ve çok katmanlı saldırı stratejileriyle şekillenmektedir. Bu yeni dönemin adı “hibrit savaştır”. Hibrit savaş biçimi, askeri saldırılardan çok; kültürel, ekonomik, teknolojik ve psikolojik yollarla yürütülmekte; hedef devletin iç dinamikleri, kurumları ve toplumsal dokusu hedef alınmaktadır. Türkiye, özellikle son yirmi yılda bu hibrit saldırılara yoğun biçimde maruz kalmış, içerideki bazı yapılar da bu saldırılarda gönüllü veya bilinçli işbirlikçi rolü üstlenmiştir.

3.1. Dış Tehditler: Emperyal Stratejilerin Türkiye Tasarımı

Batı merkezli küresel sistem, Türkiye’yi yalnızca jeopolitik bir aktör olarak değil; aynı zamanda potansiyel bir tehdit ve alternatif güç merkezi olarak görmektedir. Bu nedenle Türkiye, çeşitli araçlarla baskılanmakta ve kontrol altına alınmak istenmektedir. Bu araçların başlıcaları şunlardır:
• Ekonomik manipülasyonlar: Döviz kurları üzerinden yapılan spekülatif saldırılar, borçlandırma politikaları, yatırım ambargoları.
• Kültürel kuşatma: Yerli olmayan medya içerikleriyle milli kimlik ve tarih şuurunun aşındırılması.
• Siyasal dizayn girişimleri: Seçimler, anayasa tartışmaları ve toplumsal olaylar üzerinden içeride kutuplaşma yaratma çabaları.

Ancak bu tehditler yalnızca dışarıdan gelen etkilerle sınırlı değildir. Asıl tehlike, bu süreçte içerideki işbirlikçi unsurların üstlendiği rollerdir.

3.2. İç Tehditler: Kimliksizleştirme ve Devletin Ele Geçirilmesi

Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı en büyük iç tehdit, milli kimlikten uzaklaşmış, köksüzleşmiş ve devlet fikrine yabancılaşmış yapıların devlet mekanizmasına sızmasıdır. Bu aktörler zamanla medya, akademi, bürokrasi ve siyaset alanlarında yer bulmuş ve devleti içerden çözmeye yönelik politikaları uygulamaya koymuşlardır. Özellikle şu eğilimler dikkat çekicidir:
• Atatürk karşıtlığı üzerinden milli kimliğin zedelenmesi,
• Anayasa ve vatandaşlık tanımının tartışmaya açılması,
• Bürokrasinin liyakatten uzaklaştırılarak sadakat eksenli hale getirilmesi.
. Etnikçi ve ümmetçi etki ajanlarının........

© Turkish Forum