menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Krizden Kimliğe: Toplumsal Uyanışın Eşiğinde Türkiye

11 1
25.07.2025

Modern Türkiye, sadece ekonomik ya da siyasal değil, çok daha derinlerde yankılanan bir anlam arayışı krizi ile karşı karşıyadır. Bu kriz; kimlik, aidiyet ve yön duygusuna dair derin bir sarsıntıdır. Ancak bu sarsıntı, salt bir yıkımı değil, aynı zamanda bir yeniden doğuş potansiyelini de içinde taşır. Varoluşçu filozofların da işaret ettiği gibi, gerçek dönüşümler genellikle büyük krizlerin ardından gelir; çünkü kriz, “artık eskisi gibi olamayacağımız” anı temsil eder. Türkiye’nin bugünkü hâli, tam da böyle bir dönemeçtir.

Bu toplumsal dönemeçte halkın ne yapacağı sorusu, yalnızca siyasete değil, çok daha geniş bir tarihsel, kültürel ve felsefi bilinç düzlemine yaslanmak zorundadır. Toplumun yeniden özneleşmesi, kendini yeniden tarif etmesi ve geleceğini kurma iradesini yeniden inşa etmesi; ancak eğitim, medya ve sivil toplum gibi alanlarda köklü bir bilinç dönüşümü ile mümkün olacaktır.

Kriz varsa çözüm de vardır ama bu çözüm dışarıdan değil, milletin kendi içsel kaynaklarından, yani tarihinden, kültüründen ve Atatürk’ün bıraktığı akılcı, laik ve halkçı mirastan doğacaktır. Cumhuriyet’in çocukları, yorgun ama yılmamış, yönsüz ama köksüz değildir. Bu millet, geçmişte defalarca olduğu gibi, bir kez daha küllerinden doğacak kudrete sahiptir.

Toplumsal Varoluş Krizi ve Türkiye’nin Modernleşme Deneyimi

Toplumlar da bireyler gibi, zaman zaman kendi varlıklarını, değerlerini ve yönlerini sorgulayan derin krizlerden geçer. Bu kriz anları, yalnızca dışsal bir çalkantının değil, aynı zamanda özsel bir yüzleşmenin ürünüdür. Jean-Paul Sartre’ın “varoluş, özden önce gelir” önermesini genişletirsek, toplumlar da kendilerini kriz anlarında yeniden tanımlar, yeniden var ederler. Bu bağlamda, Türkiye’nin modernleşme süreci; Batı teknolojisinin ve hukuk sisteminin ithalinden ibaret teknik bir reform hareketi değil, esasen bir toplumsal kimlik sorgulamasıdır.

Søren Kierkegaard, bireyin kriz anında “özgürlük” ile “kaygı” arasında salınan bir özneye dönüştüğünü savunur. Aynı şekilde, Türkiye toplumu da laiklik ile inanç, gelenek ile çağdaşlık, ulusal kimlik ile evrensel değerler arasında varoluşsal bir gerilim yaşamaktadır. Bu gerilim, yalnızca bir bölünmeyi değil, aynı zamanda bir oluş imkânını da içinde taşır. Albert Camus’nün tanımıyla “başkaldıran insan”, absürtlüğe rağmen anlam üretme çabası içindedir; Türkiye toplumu da bugün, bir yön kaybının ortasında yeni bir anlam zemini aramaktadır.

Günümüzde yaşanan siyasal ve kültürel çalkantılar; kimi zaman otoriterleşme, kimi zaman toplumsal kutuplaşma biçiminde tezahür etse de, bunların ardında yatan asıl mesele, “nasıl bir toplum olmak istiyoruz?” sorusudur. Bu soru, yüzeysel bir ideoloji tercihi değil, çok daha köklü bir varoluşsal yönelim problemidir. Hegel’in “Geist” (Tin) kavramını ödünç alarak ifade edersek, Türkiye toplumunun tinsel evrimi, kendi iç çelişkilerinden geçerek şekillenmektedir. Ve tarih bize göstermiştir ki, bu toplum, her kriz anında içkin bir bilinçle yeniden doğmayı başarmıştır.

Bu nedenle, Türk milletinin gelecekte ne yapacağına dair bir öngörüde bulunmak, yalnızca güncel siyasal analizlere dayanarak değil, bu halkın tarihsel hafızası, kültürel refleksleri ve felsefi alt yapısı üzerinden yapılmalıdır. Tanzimat’tan Cumhuriyet’e, 1960’tan 15 Temmuz’a kadar birçok kırılma yaşayan bu millet, yalnızca tepki vermekle kalmamış; aynı zamanda krizleri bir kurucu momentuma dönüştürmüştür. Bugünkü kriz de, doğru bir bilinçle okunduğunda, aynı potansiyeli içinde taşımaktadır.

Sonuç olarak, Türkiye’nin bugünkü çıkmazı, yalnızca bir sistem ya da iktidar krizi değil, kökeninde anlam, aidiyet ve yön sorunsalı yatan bir toplumsal varoluş krizidir. Bu kriz, felç edici değil; dönüştürücü olabilir. Ancak bu dönüşüm, halkı yalnızca bir “seçmen kitlesi” değil, kendi kaderinin öznesi, tarihinin........

© Turkish Forum