menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

KKTC’den Mısır’a, Malezya’dan ABD’ye: Sahte Diplomada G7

15 33
06.08.2025

“Birleşmiş Kağıtlar Konfederasyonu: Okumadan Yüksel, Yükselmeden Yönet.”

Artık diploma bir belgeden çok, bir bilet. Ancak bu biletin gideceği yer bilgi değil, yetki. Bir zamanlar yıllar süren akademik emekle alınan diplomalar, günümüzde birkaç yüz dolarlık “eğitim turizmi” seferleriyle sağlanıyor. Okula gitmeye, sınavda terlemeye, tez yazmaya gerek yok; zira sistem, terleyen değil terletenin kazandığı bir sahneye dönüştü.

Sahte diplomalar, sadece bireyleri değil; ülkeleri yönetir hale geldi. Malezya’nın köhne medreselerinde üretilen “İslami yeterlilik” belgeleri, KKTC’de limon kasasına yapıştırılan mühendislik rozetleri, Makedonya’da fotokopiyle dağıtılan hukuk diplomaları artık devlet arşivlerinde resmiyet kazanıyor. Burası, kağıdın devleti yönettiği bir coğrafya.

Düşünün ki Cumhurbaşkanından, bakanlara, milletvekillerine, belediye başkanına, subaydan savcıya, profesörden öğretim üyesine, doktordan avukata, herkesin cebinde tartışmalı bir belge var. Bazılarının diplomaları buharlaşmış, bazılarının ise “özel bir üniversite”de unutulmuş. Bazıları ise “eğitim sırdır” diyerek belge göstermeye bile tenezzül etmiyor. Liyakat artık sadece mürekkep lekesiyle yazılı bir nostaljiye dönüşmüş durumda.

Bu yazıda, adeta bir “G7 Zirvesi” kurmuş ülkelerin (Malezya, KKTC, Azerbaycan, Makedonya, Türkiye, Mısır ve ABD) sahte diploma ihracatı konusundaki başarıları incelenmekte, diplomanın uluslararası bir kara borsaya dönüştüğü karikatürize bir bakışla eleştirilmektedir.

Malezya’daki İslamcı kurslardan çıkan “şeriat diplomaları”, çoğu zaman İslam’ın ne olduğunu değil, iktidarın kim olduğunu öğretir. Bu kurslardan çıkanlar, “diplomalı müritler” olarak yönetici koltuklarına oturtulur. Makedonya ise diplomalarıyla Balkan rüzgarı estirir: Hukuk diploması isteyen, 3 günde hazırlar, yanında tez de hediye eder. Yargıç mı olmak istiyorsun? “Kopyala-yapıştır” ile savcılık hayal değil!

KKTC, tam anlamıyla bir diploma Disneyland’idir. Üniversite sayısı sokaktaki manav sayısını geçmiş, bazıları ders bile vermez çünkü hiç öğrenci yoktur. Ama diplomalar kargoyla gönderilir. “Eğitim orada değil, sistemin dışında kazanılır” felsefesi hâkimdir. Azerbaycan ise belediyecilik uzmanları yetiştirir. Turgut Altınok gibi isimler, bu ülkede “Beton Bilimi”ni iki haftada öğrenip Türkiye’de yol yapmaya başlar.

Amerika’nın katkısı ise Hakan Fidan’a daha sofistike: Maryland Üniversitesi gibi “kurs görünümlü diplomalar” sunan kurumlar, özellikle dışişleri bürokrasisinde büyük rağbet görür. PowerPoint sunum izleyene “Uluslararası İlişkiler Uzmanı” unvanı verilir. Mısır’daki El-Ezher ise bazıları için kutsal bilgi kaynağı, bazıları için ise sadece “ülkeye dönüşte işe yarayacak bir belge”dir.

Türkiye bu birliğin hem müşterisi, hem distribütörüdür. Akademisyen, bakan, büyükelçi, milletvekili… Herkesin elinde bir belge, ama kimsenin kafasında birikim yok. Liyakatin yerine niyet, eğitimin yerine ilişki, akademinin yerine tarikat konmuş durumda.

KARİKATÜRE DÖNEN LİYAKAT

Hakan Fidan, “okulunu açıklamayan ama diplomaları olan” kişilerden sadece biri. Aynı şekilde İbrahim Kalın, Ahmet Davutoğlu gibi isimler de yurtdışı Malezya bağlantılı ama içeriği tartışmalı belgelerle “akademik kariyer” inşa etti. Bu belgeler sayesinde teoriden çok, imaj üretildi. Düşünce değil, görünüş yönetimi hedeflendi.

Devlet Bahçeli, yıllardır aynı üniversitenin aynı bölümünden mezun olduğunu söylese de arşivlerde “öğrenci kaydına” dair bilgiler sislidir. Bu sisin arkasında kimin mezun olup olmadığı değil, kimin kiminle ortaklık kurduğu önemli hale gelmiştir. Liyakat değil, sadakat mezuniyetin anahtarıdır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın diploması ise tam bir kara delik. Açıklanmak istendikçe daha da derinleşen bir boşluk hissi yaratır. “Vardı, ama nerede?” sorusu artık ulusal bir zeka sorusuna dönüşmüştür. Akademik kariyerinin belgeleri kadar “açıklamama kararlılığı” da siyasi iletişim derslerine konu olabilir.

Tüm bu figürlerin yanında belediye başkanları, vekiller ve atanmışlar da diploma mezatında yarışır. İhaleye girer gibi diplomaya girilir. Kim daha kısa sürede daha gösterişli belge alırsa, kamuya daha üstten düşer. Liyakat artık bir e-Devlet şifresiyle değil, “parti sicili” ile kontrol edilir.

Türkiye’de bazı üniversiteler “akademi” değil, “akreditif merkezleri” hâline geldi. Öğrencisiz bölümler, hocasız fakülteler, binasız kampüsler… Tek gerçek şey dekandır, o da genelde siyaseten atanır. Dekan, rektöre; rektör YÖK’e; YÖK, Saray’a bakar. Tüm sistem “üst kademe memnuniyeti” üzerine kurulu. Bilim, bu memnuniyet zincirinde yalnızca bir dekor görevi görür.

Bazı akademisyenler hiç ders vermez, çünkü onların asıl görevi “itibar ambalajıdır.” Televizyona çıkıp devlet politikalarını alkışlamak, gazete köşelerinde iltifat düzmek, konferans salonlarında görsel vermek… Diplomaları varsa da içerikleri yoktur; yoksa da zaten kimse sorgulamaz. Bu sistemde gerçek bilimsel üretim tehlikelidir; çünkü soru sorar, eleştirir, hesap ister.

Özellikle bazı devlet üniversitelerinde, partili rektörlerin atadığı akademik kadrolar “siyaset pazarlaması uzmanlığı” alanında sözde doktora yapar. Akademik jürilerde “teze bakmadan onaylama” pratiği yaygınlaşır. Liyakatsizliğin en rafine hâli budur: Bilimi alıp vitrin süsüne dönüştürmek.

YÖK ve ÖSYM gibi kurumlar artık birer “sınav ve belge........

© Turkish Forum