menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Hilafet Müsameresi: Saray’dan Hilâl’e, Ümmetçilikle Maskelenmiş Bir Anayasa Firarı

16 28
29.07.2025

Hilafet Pazarı Açılmış, Bayraktar RTE Alanın Olur!

Bir gün öğlen saatlerinde Ankara sıcağı yerden göğe fokurdaya dursun, sarayın serin salonlarından gelen kokular mide bulandırıcıydı: Hilafet yeniden sahnede! Yalnız bu sefer fesiyle, cübbesiyle değil; sessizce yürüyen ama haykırmayı ihmal etmeyen sakallı figüranlarıyla… Yani ortada bir tiyatro varsa, yönetmeni gayet net: Tayyip Erdoğan’ın söyleyemediğini Hizb-ul Tahrir’e söyletme marifeti. O da ayrı bir zekâ seviyesi gerektiriyor tabii: hem “ben karışmam” numarası, hem sahneyi bizzat kurmak.

Yürüyüş yapılıyor; Hilafet isteriz deniliyor. Polis? Yok. Jandarma? Yok. Hatta uzaktan bakan bir trafik polisi bile yok. Sanki kendiliğinden gelişen bir demokrasi şenliği! Halbuki, ormanını savunan köylüye jop var. Zeytinini isteyen emekçiye gaz var. Hakkını isteyen öğrenciye gaz ve jop var. Ama burada hilafet isteyen sakallıya yollar açık. Çünkü çakma anayasal yeminler edilmiş bir ülkede, hukuk artık yalnızca seçilene sopa, seçilene susma.

Anayasaya göre tarafsızlık yemini etmiş Erdoğan, tarafsızlık kelimesine muhtemelen tuzsuz ayran içmek kadar uzak. Ne tarafsızlık? Tarafın ta kendisi! Akrabasına müdahale etmez çünkü “İslami akraba”, nepotizmin abdestlisi… Öyle bir çember kurmuş ki, memlekette liyakat namına sadece soyadı geçiyor. Damadı bakan olur, bacanak danışman, yeğen müsteşar… Gerisi ne yaparsa yapsın, yeter ki Saray’a sadık kalsın.

Ama mesele yalnızca kayırmacılık değil; mesele, anayasanın altına dinamit döşemek. Ümmet goygoyuyla, 1400 yıllık hikâyeleri bugünün anayasal gerçekliğine tercih etmek. RTE bir yandan “üst kimliğimiz İslam” diyor; diğer yandan milletin vergisiyle dizayn edilmiş Cumhuriyet’in temel sütunlarını birer birer söküyor. Adalet? Sadece kendisine adil. Milli egemenlik? O zaten bir süredir Saray’ın mülkü.

Ve şimdi sahada Ankara’da Hizb-ul Tahrir… Hem de serbestçe yürüyor, hilafet istiyor. Neden? Çünkü Tayyip Erdoğan için bir şeyin doğrudan söylenmesindense, söyletilmesi evladır. Ümmetin ‘saf çocuğu’ gibi görünmek, asıl planı perdelemek için birebirdir. Onlar talep eder, o da “milletimiz isterse” der. Hadi oradan!

Ama bu bir deneme. Bir yoklama kâğıdı. “Toplum bu söyleme ne tepki verir?” denemesi. Ve cevap gecikmeyecek: Çünkü bu ülkenin gerçek sahibi olan cumhuriyetçi, laik, anayasaya yemin etmiş milyonlar var. Onlar ormanda da vardı, üniversite önünde de vardı, Conkbayırı yürüyüşünde de…

Erdoğan ve yandaşları unutur: Bu milletin sabrı sınırsız değildir ama hafızası sonsuzdur.

Tayyip Erdoğan ne zaman köşeye sıkışsa, imam hatip defterini açar, cübbe düğmesini ilikler, arka planda ‘ümmet’ fon müziğini verir. Bir bakmışsın seçim yaklaşmış; hop, hilafet konuşuluyor. Neden? Çünkü ekonomi bitmiş, eğitim çökmüş, adalet sürgüne gitmiş. Geriye ne kalmış? Kitleyi tutacak yegâne yapıştırıcı: Dini istismar!

“Efendim halk hilafet istiyor.”
Yok artık. Halk fatura ödemek istiyor, kira ödemek istiyor, evine et girmesini istiyor. Ama sen çıkıp “ümmet” diyorsun. Çünkü bilirsin ki, ekonomi konuşulursa kaybedersin. Diyanet konuşulursa kazanırsın. Sana oy veren teyzeler Ayet-el Kürsi biliyor ama merkez bankası faiz oranını duysalar, tövbe edip televizyonu kapatıyor.

Anlara’daki RTE nin ümmetçi Hilafet çağrısı yapan yürüyüşleredeki ümmetçi akrabalarına bir bak: Tekbirler, yeşil sancaklar, Osmanlı sevdası… Araya sıkıştırılmış 1400 yıl önceki Medine modeli. Ne hukuk var, ne anayasa. “Biz istedik mi olur” kafası. Sanki bu ülkenin hukuk sistemi değil, hurafe sistemi. Ama orada bir kişi yok ki; hepsi aslında RTE’nin yedeği. Siyasi söylemini doğrudan dillendiremiyor çünkü AB, ABD, Batı ittifakı ona hâlâ bakıyor. Onun için “ben değil, onlar istiyor” oyunu oynuyor.

Erdoğan’ın siyasi zekâsı sinsi bir yerden çalışır:
Düşman yarat, safları sıklaştır.
Kriz çıkar, fırsata çevir.
Halkı kutuplaştır, sadakati artır.

Hilafet çağrısı yapanların ardında bir fikir yoktur, bir strateji vardır. O da Erdoğan’ın stratejisidir. Laikliği delmek için açtığı bin delikten biri daha… Ama bu sefer şeffaf delik. Halka “ben istemiyorum ama millet istiyor” deyip, sonra da anayasa değişikliği referandumuyla işi resmileştirme peşinde. Sanki milletin istediği şey, fatura düşsün diye dua etmek değilmiş gibi!

Bir yandan “milli irade” diyor, öte yandan ümmet düzenine özlem. Ulan milli irade ne? Atatürk’ün kurduğu meclis değil mi? Anayasa değil mi? O mecliste yemin ettin sen. Ama şimdi yeminini hilafete feda ettin.

Bu ne perhiz, bu ne hurma hilafeti?

Ve unutma: Bu halk enayi değil.
İmam hatip liselerinde ezberlenen ayetlerle, memleket yönetilmez.
İnşa edilen külliyelerle, adalet sağlanmaz.
Yürüyen sakallılarla anayasa değişmez.

Ama o yine de deniyor. Çünkü başka çaresi kalmadı.
Seçimi kazanmak için hilafet atmaya çalışıyor, halkı saflara ayırıyor, laikliği toprağa gömmeye uğraşıyor.
Ama millet sessiz değil. Bu tiyatroyu artık ezberledi.

Milli irade… Ne güzel bir kelime değil mi?
RTE diline doladığından beri içi oyuldu, anlamı değişti, ruhu mezara gömüldü. Çünkü onun için “milli irade” sadece kendi seçmeni. Geri kalanlar? Onlar terörist, marjinal, vatan haini, sapkın, dış mihrak, faiz lobisi…

Ve her seçim yasa sıkışma döneminde aynı oyun oynanır:
Bir yanda ümmetçilik, öbür yanda hain ilan edilen cumhuriyetçiler.
Bir yanda Saray’ın kutsadığı cemaatler, öbür yanda gaz yiyen öğrenci kulüpleri.
Bir yanda diyanetle el ele yürüyen siyaset, öbür yanda anayasa maddelerini hatırlatan “provokatörler”.

“Ümmet” kavramı öyle güzel sarılmış ki bu otoriterliğe, dikenlerini millet fark etmiyor. Erdoğan kendini peygamber varisi gibi pazarlıyor. Halbuki öyle bir hırsla sarılmış ki iktidara, Kur’an’ı bile “rant menüsü”ne çorba niyetine koymuş.

Milli iradeymiş.
Hangi milli irade?
Zeytinliklerini savunan köylüye gaz sıkan jandarma senin mi milletin?
Üniversitede anayasa okuyan gençleri sabaha karşı evlerinden alan polis senin mi milletin?
Akrabaların tarafından işgal edilmiş kamu ihaleleri senin mi milli değerlerin?

Saray rejimi, milletin tamamını değil, kendi cemaati kadarını “irade” sayıyor. Kalanı? Onları sistemin fazla verisi, susturulması gereken gürültü görüyor.
Ve işin komik tarafı şu: Ümmet goygoyu yaparak ümmeti yok ediyor.
Bu topraklarda Alevi var, laik var, yahudi var, katolikvar, protestan var, gregoryen var, ortadoks var, ateist var…
Sen sadece tek tip sakallı, tek tip mürit istiyorsun.
Ümmet dediğin aslında Saray’a biat etmiş, itaat eden kalabalık.

Milli irade tiyatrosunda başrol belli:
Erdoğan.
Yardımcı oyuncular: Bahçeli, Tarikat şeyhleri, yandaş medya kalemşorları, ‘halifelik’ çağrısı yapan cübbeliler.
Seyirciler: Tüm Türkiye.
Ama bu tiyatronun biletini sadece halk ödüyor.
Enflasyonla, baskıyla, liyakatsizlikle…

Sen ümmet derken TÜİK yalan söylüyor.
Sen ümmet derken gençler işsiz.
Sen ümmet derken barajlar kuruyor, kuraklık büyüyor, akıl kuruyor.

Ve sen hâlâ ümmetçilikle bu koca otoriter yapıyı süslemeye çalışıyorsun.
Ama süslü cellat, yine cellattır.
Ümmet diye diye milletin damarını kesiyorsun.
İrade diye diye halkın aklıyla oynuyorsun.
Saray diye diye anayasa mezarlığına tapınak inşa ediyorsun.

Adaletin terazisiyle oynamaya başladığında, bir daha doğru tartamazsın.
Türkiye tam da bu terazinin kırıldığı, kefelerin biri hilafetle, diğeri biber gazıyla dolduğu bir devri yaşıyor.
Devlet, çift kişilikli bir Frankenstein’a dönmüş:
Biri hilafetçiye nazik, diğeri anayasa diyen öğrenciye cellat.

Bir taraf:
Hilafet isteyen, laiklik düşmanı, anayasa tanımayan sakallı gruplar.
Ne polis var başlarında, ne bariyer.
Sanki emniyet değil, belediye destekli kültürel yürüyüş........

© Turkish Forum