menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Son Hutbesi: Anayasa, Laiklik ve Hukuk Devleti İlkelerine Aykırılık ve Türk Ceza Kanunu Kapsamında Suç İşlenmesi

7 0
02.08.2025

Laiklik ve Hukuk Devleti İlkesi Bağlamında Diyanet’in Rolü

Türkiye Cumhuriyeti, 1923’te kurulmuş bir laik hukuk devletidir. 1982 Anayasası’nın 2. maddesi Türkiye’yi “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” olarak tanımlar. Bu bağlamda laiklik ilkesi, devletin herhangi bir dini referans alarak yurttaşlara yaşam biçimi dayatmasını kesinlikle yasaklar. Bu anayasal güvence, bireyin din ve vicdan özgürlüğünü korumakla kalmaz, aynı zamanda kamusal alanı dini kurallardan arındırır.

Ancak 2025 yılı Temmuz ayının son haftasında Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayımlanan hutbe, kadın kıyafeti üzerinden ahlaki baskı kurmakta, estetik operasyon ve dövme gibi kişisel tercihler hakkında cezalandırıcı bir dil kullanmakta, dini inancı olmayan ya da farklı inanç biçimlerine sahip vatandaşları hedef göstermektedir. Bu tutum, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na, bireysel hak ve özgürlüklere, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ve Atatürk’ün kurucu laiklik vizyonuna açıkça aykırıdır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin temel nitelikleri arasında en çok tartışılan, ancak aynı zamanda en vazgeçilmez olanlardan biri “laiklik”tir. Anayasa’nın 2. maddesine göre Türkiye, “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti”dir. Bu hüküm yalnızca devletin dinsel inançlardan arınmış bir örgütlenmeye sahip olmasını değil, aynı zamanda dinin devlet işleyişi üzerinde belirleyici bir rol oynamasını da açıkça yasaklar. Bu bağlamda laiklik ilkesi; sadece devletin herhangi bir dine taraf olmaması anlamına gelmez, aynı zamanda bireylerin yaşam tarzlarına dini normlar üzerinden baskı uygulanmasını engelleyen temel anayasal güvencedir.

Laiklik, aynı zamanda bireylerin inanç ve inançsızlık özgürlüklerini eşit düzeyde korumayı amaçlayan bir sistemdir. Prof. Dr. Ergun Özbudun’un ifadesiyle:

“Laiklik, yalnızca dinin devlet işlerinden ayrılması değil; aynı zamanda bireyin dinsel inançlara göre yaşamaya zorlanmaması, yaşam tarzı üzerinde dinsel otoritenin etkisinin dışlanmasıdır.”
(Özbudun, 2015, Türk Anayasa Hukuku, s. 84)

Bu çerçevede, devlet kurumlarının, özellikle doğrudan Anayasa’da tanımlanan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, kamusal alanda bireylerin yaşam biçimlerine müdahale eder nitelikte açıklamalar yapması, anayasal düzeni zedeleyen bir durum olarak değerlendirilmelidir. 2025 yılı Temmuz ayında Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayımlanan hutbe, kadınların giyim tercihlerini doğrudan hedef almış, medya içerikleri ve bireysel beden tasarrufu üzerinden de toplum üzerinde dini bir tahakküm kurma çabası sergilemiştir.

Bu gelişme, yalnızca hukuki bir ihlal değil; aynı zamanda toplumsal yaşamda özgürlük, eşitlik ve bireylerin anayasal haklarını doğrudan etkileyen bir olaydır. Laiklik ilkesi, bir yandan devletin din karşısında tarafsız kalmasını zorunlu kılarken, diğer yandan yurttaşların dini veya seküler yaşam biçimlerine müdahale edilmemesini teminat altına alır. Dolayısıyla bu tür hutbeler, devletin anayasal kimliğini sorgulatacak düzeyde kamusal ve hukuki sonuçlar doğurabilir.

Atatürk’ün 1930 yılında dile getirdiği şu söz, bugün hâlâ geçerliliğini korumaktadır:

“Din, bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Fakat hiç kimse, dini telkin ve etkileri siyaset ve dünya işlerine karıştırmamalıdır.”
(Söylev ve Demeçler, Cilt II, s. 68)

Atatürk’ün bu ifadesi, laiklik ilkesinin Türkiye’nin yalnızca yönetsel bir tercihi değil, aynı zamanda siyasal ve toplumsal güvenliğin güvencesi olduğuna işaret eder. Ne var ki, günümüzde Diyanet gibi anayasal kurumların bu hassas dengeyi göz ardı eden beyanlarda bulunması, laikliğin ruhuna ve Cumhuriyet’in kurucu ilkelerine açıkça aykırıdır.

Özellikle de, toplumsal cinsiyet eşitliğine dair kazanımların sürekli tehdit altında olduğu bir dönemde, devletin resmi bir kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kamusal alanda kadınları giyimleri üzerinden hedef alması; hem Anayasa’nın 10. ve 24. maddelerine hem de Türk Ceza Kanunu’nun halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçunu düzenleyen 216. maddesine aykırılık teşkil eder.

2025 Temmuz ayının son cuma hutbesinde Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yapılan açıklamalar; bireylerin özellikle de kadınların giyim tarzlarına doğrudan müdahale eden, özgürlükleri dinsel normlar üzerinden sınırlamaya çalışan, anayasal hak ve özgürlüklerle açıkça çatışan bir içerik taşımaktadır. Hutbede geçen bazı ifadeler dikkat çekicidir:

“Kısa giysiler ve şeffaf kıyafetler giyilmesi, nerede ve hangi amaçla olursa olsun Allah’ın örtünme emrini ihlaldir, haramdır… Uygunsuz kıyafetlerle toplumsal alanlarda, hele hele kurumsal özelliği olan mekânlarda bulunmak, asgari ahlak kurallarına bile meydan okumaktır…”

Bu söylem, yalnızca dini bir vaaz içeriği değil; aynı zamanda toplumsal yaşamın normatif çerçevesine müdahale eden, devletin resmi bir kurumu aracılığıyla bireylerin yaşam tarzlarını yargılayan bir ideolojik deklarasyon niteliği taşımaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın çeşitli maddeleri bu tür müdahaleleri açıkça yasaklamaktadır.

2.1 Anayasa Madde 24: Din ve Vicdan Özgürlüğü

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 24. maddesi, hem bireysel din özgürlüğünü hem de devletin dinler karşısında tarafsız olma yükümlülüğünü düzenler. Bu maddeye göre:

“Kimse, devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa din kurallarına dayandırma veya siyasal ya da kişisel çıkar sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.”

Diyanet’in bu hutbesi, dini kuralları kullanarak bireylerin temel özgürlüklerine (özellikle kıyafet özgürlüğüne) müdahaleyi teşvik etmektedir. Bu durum, 24. maddenin son fıkrası ile bağdaşmamaktadır. Laiklik, yalnızca devleti din karşısında tarafsızlaştırmakla kalmaz; aynı zamanda bireyin dinsel normlara göre yaşamaya zorlanmasını da önler.

2.2 Anayasa Madde 10: Eşitlik İlkesi

Aynı hutbede kadınlara yönelik özel vurgular yapılması; “kısa giysi giyen kadının ahlaksız, hayasız veya günahkâr” gibi ima edilen ifadeler, cinsiyet temelli bir ayrımcılığı beraberinde getirmektedir. Oysa Anayasa’nın 10. maddesi şu şekilde açıklar:

“Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.”

Kadınları, erkeklerle eşit bireyler olmaktan çıkarıp “ahlaki bir tehdit” olarak yansıtan bu tür hutbeler; toplumsal cinsiyet eşitliğine aykırıdır ve kadınları sistematik biçimde kamuya ait alanlardan dışlamaya yöneliktir. Bu tür ayrımcı ifadeler, yalnızca anayasal eşitliği ihlal etmekle kalmaz, aynı zamanda kadına yönelik şiddet ve sosyal dışlamayı da körükler.

2.3 Anayasa Madde 17 ve 20: Kişi Dokunulmazlığı ve Özel Hayatın Gizliliği

Anayasa’nın 17. maddesi, kişinin “maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı”nı güvence altına alırken; 20. maddesi, özel hayatın gizliliğine müdahaleyi yasaklar. Giyinme tarzı, bireyin mahremiyetine ve kişisel tercihlerine doğrudan bağlıdır. Bir kamu kurumu tarafından bu alana yapılan müdahale, anayasal sınırların aşılması anlamına gelir.

2.4 Anayasa Madde 2: Laiklik ve Hukuk Devleti İlkesi

Diyanet’in bu söylemleri, doğrudan laiklik ilkesine aykırıdır. Devletin bir kurumu, belirli bir dinin yorumunu topluma “tek doğru yaşam biçimi” olarak sunamaz. Anayasa Mahkemesi, 1989 tarihli bir kararında (E.1989/1, K.1989/12) laikliği şu şekilde tanımlamıştır:

“Laiklik ilkesi; bireyin inancına göre yaşama hakkını güvence altına aldığı kadar, devletin herhangi bir dini veya mezhebi topluma dayatmamasını da gerektirir.”

Diyanet, bu hutbede yalnızca bir dini yorumla yetinmeyip, bu yorumu topluma zorlayıcı ve ayrımcı bir söylemle sunmuştur. Bu durum, laiklik ilkesinin özüne aykırıdır ve bir kamu kurumunun anayasal suç işlemeye varan bir ihlali olarak değerlendirilmelidir.

2.5 Devlet Tarafsızlığı ve Kamusal Alanın Dinselleştirilmesi

Laik bir hukuk devleti, kamusal alanı bireylerin eşit biçimde katılabildiği tarafsız bir zemin olarak tasarlar. Ancak Diyanet’in bu söylemleri, kamusal alanı dinin belirli kurallarına göre tanımlamakta; bireylerin kıyafetleri üzerinden kamusal alanlardan dışlanmalarını meşrulaştırmaktadır. Bu durum yalnızca laikliğe değil, aynı zamanda sosyal devlet anlayışına da aykırıdır.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hutbesi, anayasanın birçok maddesine açıkça aykırılık taşımaktadır. Laiklik, eşitlik, özel yaşam, kişi dokunulmazlığı ve din özgürlüğü gibi temel ilkeler, bu hutbe aracılığıyla ihlal edilmiştir. Devletin bir kurumu olan Diyanet, anayasa dışına çıkarak bireylere yaşam tarzı dayatmakta ve bireysel hakları sınırlamaktadır. Bu nedenle, bu tür hutbeler yalnızca dini değil, anayasal bir sorundur ve doğrudan hukuki müeyyidelerle karşılanmalıdır.

Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayımlanan 25 Temmuz 2025 tarihli hutbe, yalnızca anayasal normlara değil, aynı zamanda ceza hukukunun temel hükümlerine de aykırı beyanlar içermektedir. Özellikle bireylerin yaşam biçimleri üzerinden ayrımcılığa uğraması, kamusal alanda baskıya maruz bırakılması ve toplumsal bir kesimin açıkça hedef gösterilmesi, Türk Ceza Kanunu (TCK) kapsamında “halkı kin ve düşmanlığa tahrik”, “ayrımcılık” ve “nefret söylemi” suçlarıyla doğrudan ilişkilidir.

3.1 TCK Madde 216 – Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik veya Aşağılama

Türk Ceza Kanunu’nun 216. maddesi uyarınca:

“Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak kin ve düşmanlığa açıkça tahrik edilmesi, kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması hâlinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

Diyanet’in hutbesinde yer alan ifadeler, kadınların kılık kıyafetleri üzerinden “ahlaksız”, “edepsiz”, “Allah’ın emrine karşı gelen” gibi yaftalamalarla aşağılanmasına neden olmakta; dolayısıyla belirli bir yaşam tarzına sahip bireylerin toplum içinde düşmanlaştırılmasını teşvik etmektedir. Hutbede geçen;

“Kısa giysiler ve şeffaf kıyafetler giyenler Allah’ın örtünme emrine karşı gelmektedir… Bu anlayış çağdaşlık değil, ilkelliktir…”
gibi ifadeler, doğrudan halkın bir kesimini küçük düşürmekte ve toplumsal nefretin hedefi haline getirmektedir.

Bu tarz söylemler, özellikle muhafazakâr toplum kesimlerinin yaşadığı bölgelerde, kadınların kamusal alanda fiziksel ve psikolojik şiddete uğramasına da zemin hazırlamaktadır. Dolayısıyla bu hutbe, yalnızca “eleştiri” kapsamında değil; ceza hukuku kapsamında incelenmesi gereken potansiyel bir suç teşkil etmektedir.

Anayasa Mahkemesi de bu konuda emsal niteliğinde kararlar vermiştir. 2014 tarihli bir kararında Mahkeme, devlet görevlilerinin söylemlerinde halkın bir kesimini aşağılayan ifadeler kullanmasının ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceğini vurgulamıştır (AYM, E.2014/36, K.2014/111).

3.2 TCK Madde 122 – Ayrımcılık Suçu

TCK’nın 122. maddesine göre:

“Bir kimseye karşı… dini inancı, mezhebi, cinsiyeti veya yaşam tarzı nedeniyle farklı muamelede bulunmak, kişiye kamu hizmetinden yararlanma veya ekonomik faaliyetlerde bulunma hakkını engellemek suç teşkil eder.”

Diyanet’in kadınlara yönelik giyim tarzı üzerinden yaptığı ayrımcı beyanlar, doğrudan bu madde kapsamında değerlendirilmelidir. Söz konusu hutbe, kamu hizmeti yürüten kadınların (örneğin devlet memurlarının, öğretmenlerin, avukatların) giyim tarzları nedeniyle mesleki itibarsızlaştırmaya uğrayabilecekleri bir toplumsal atmosferin yaratılmasına katkıda bulunmaktadır. Aynı şekilde; kadınların başı açık veya dar kıyafetle bir camiye, kuruma ya da kamuya açık mekâna girmesi, artık toplumsal baskının hedefi hâline gelebilir.

Devletin resmi bir kurumu olan Diyanet, kamu kaynaklarıyla fonlanan hutbeleri aracılığıyla belirli bir inanç sistemini ve ahlak anlayışını topluma empoze etmekte ve farklı düşünen........

© Turkish Forum