“Kürt Toplumu” Olarak Tanımlanan Sosyo-Ekonomik Yapının Tarihsel ve Dilbilimsel Açıdan İncelenmesi: Arkeolojik ve Etnografik Veriler Işığında Bir Yeniden Okuma
Toplumlar tarih boyunca çeşitli sosyo-ekonomik yapılara göre sınıflandırılmış, zaman içinde bu yapılar bazen etnik veya siyasi kimliklere dönüştürülmüştür. Ancak her toplumsal yapı, doğrudan bir halk ya da millet anlamına gelmez. Bugün kamuoyunda “Kürt toplumu” olarak anılan yapı da bu kapsamda değerlendirilmelidir.
Bu çalışma, Kürt toplumunu etnik ya da ulusal bir kategori değil, tarihsel süreçte belirli coğrafyalarda gelişmiş, çoğunlukla göçebe veya yarı-göçebe sosyo-ekonomik bir yapı olarak ele almaktadır. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da çeşitli baskı süreçleri, yanlış politikalar ve asimilasyon mekanizmaları nedeniyle Türkmen kökenli birçok aşiretin zamanla kendisini “Kürt” olarak tanımlamaya başlaması, tarihsel gerçekliğin yeniden ele alınmasını gerekli kılmaktadır.
Amacımız, hiçbir topluluğu hedef göstermek değil; tarihsel veriler, dilbilimsel analizler, arkeolojik ve etnografik bulgular ışığında bilimsel bir okuma gerçekleştirmektir. Gerçek tarih, politik değil, nesnel olmalıdır.
Erken dönem İslam ve Osmanlı kaynaklarında “Kürt” kelimesi, bugünkü anlamıyla bir etnik grup değil, genellikle dağlık bölgelerde yaşayan göçebe aşiretleri ifade etmekteydi. 10. yüzyıldan itibaren Arap kaynaklarında “Ekrad” olarak geçen bu ifade, daha çok yaşam biçimine ve sosyal örgütlenmeye atıfta bulunur (Minorsky, 1943). Bu toplum, İran platosu ile Zagros Dağları çevresinde hareketli bir yapıya sahipti.
Osmanlı belgelerinde “Kürt” kelimesi, çoğu zaman “dağlı”, “yol kesen”, “vergiden muaf göçebe topluluklar” anlamında kullanılmış; Türkmen, Arap veya Ermeni gibi etnik tanımların yanında yer almamıştır (Uzunçarşılı, 1982). Bu da, Kürt toplumunun bir etnik grup olmaktan çok, Osmanlı’nın taşra politikalarında tanımladığı bir sosyo-ekonomik kategori olduğunu göstermektedir.
Dolayısıyla “Kürt toplumu”, tarihsel süreçte oluşmuş, farklı kültür-sosyal-ekonomik kökenleri içinde barındırabilen, merkezi otoriteden görece bağımsız yaşayan, kabile düzenine dayalı bir toplum yapısıdır. Bugün bu yapının bilimsel olarak “etnisite”, “millet” veya “halk” gibi kavramlarla tanımlanması, tarihsel bağlamı saptırmakta ve gerçekliğin yanlış yorumlanmasına yol açmaktadır.
Anadolu’nun doğusunda yüzyıllar boyunca yaşamış birçok Türkmen aşireti, çeşitli nedenlerle zaman içinde Kürt toplumu içinde tanımlanmıştır. Safevî-Osmanlı mücadelesi sırasında Zağros ve Kirmanşahtan bölgeye tampon olarak Osmanlı tarafından yerleştirilen “ Kürt toplumundan” göçebe yapılar, zamanla Türkmenler üzerinde dil ve kültür baskısıyla Türkmen aşiretler dönüşüme uğramış; özellikle 19. ve 20. yüzyıllarda uygulanan politikalar sonucu birçok Türkmen aşireti kendisini Kürt olarak tanımlar hâle gelmiştir.
Bu sürecin temel dönüm noktalarından biri, Yavuz Sultan Selim dönemidir. 1514 Çaldıran Seferi’nin ardından Osmanlı Devleti, doğudaki Safevî tehdidini sınırlandırmak amacıyla, Kürt toplumunu stratejik bir “tampon nüfus” olarak kullanma politikasını benimsemiştir. Bu çerçevede, Kürt toplumuna mensup göçebe aşiretler, Türkmenlerin yoğun olarak yaşadığı Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerine yerleştirilmiş, Safevî etkisine karşı Osmanlı’ya sadakat gösterecek yarı-özerk yapılar kurulmuştur (Uzunçarşılı, 1982; İnalcık, 1997). Bu yerleştirme, sadece askeri değil, sosyo-politik bir stratejiydi.
Osmanlı yönetimi bu gruplara vergi muafiyeti, iç işlerinde serbesti ve bölgesel otorite gibi imtiyazlar tanımıştır. Bu durum, yerli Türkmen nüfus üzerinde zamanla kültürel baskı ve asimilasyona neden olmuş, bölgede yaşayan birçok Türkmen aşireti ya Kürt toplumu içine karışmış ya da bu toplumla özdeşleştirilmiştir.
Örneğin Karakeçili, Reshvan, Milan, Zilan, Şeyhbızın gibi aşiretler, gerek Safevî döneminde İran’dan zorla göç ettirilmiş, gerekse Osmanlı tarafından Doğu sınırlarına iskân edilmiştir. Bu topluluklar, zamanla bölgedeki Kürt toplumuna karışmış, ancak arşiv kayıtlarında bu aşiretlerin Türkmen kökenli oldukları açıkça görülmektedir (Bozkurt, 1992).
Bu dönüşüm, bir halkın kendi rızasıyla kimlik değiştirmesi değil, baskı, coğrafi izolasyon, dil politikaları ve sosyo-kültürel asimilasyon sonucu gerçekleşmiştir. Dolayısıyla bugün “Kürt” olarak tanımlanan birçok topluluk, tarihsel olarak Türkmen kökenlidir. Bu gerçeğin üzerinin örtülmesi, sadece sosyolojik bir hata değil, aynı zamanda tarih bilincinin tahrifidir.
Toplumların tarih sahnesindeki mevcudiyetini anlamak için yalnızca yazılı belgeler değil, aynı zamanda arkeolojik bulgular, dilbilimsel analizler ve etnografik veriler de son derece önemlidir. “Kürt toplumu” olarak tanımlanan sosyo-ekonomik yapının, bu açılardan doğrudan ve açık bir şekilde izlenebilmesi ise son derece sınırlıdır. Bu durum, Kürt toplumunun homojen bir etnik grup değil, tarihsel süreçte farklı unsurların bir araya geldiği karma bir toplumsal yapı olduğunu göstermektedir.
Arkeolojik Veriler
Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasındaki arkeolojik kazılarda, “Kürt” adıyla doğrudan ilişkilendirilebilecek bir kültürel katman, yerleşim, mimari iz veya yazılı belge şu ana kadar tespit edilememiştir. Buna karşılık, Urartu, Asur, Hurrî, Med, Pers ve Roma gibi pek çok kadim uygarlığa dair zengin materyal kültürü ortaya çıkarılmıştır. Ancak bu kültürel kalıntılarla “Kürt toplumu” arasında doğrudan ve kesintisiz bir bağlantı kurmak mümkün değildir (Summers, 1993).
Bununla birlikte, Kurgan kültürü gibi Orta Asya kökenli göçebe geleneklere ait izler, Hakkâri, Bitlis, Erzurum ve Van gibi bölgelerde tespit edilmiştir. Bu alanlarda bulunan bazı mezar taşları, özellikle Orhun-Yenisey Yazıtları’na benzer motif ve semboller içermekte; bu da bölgedeki bazı göçebe toplulukların, Orta Asya kültürel mirasına sahip olabileceğine işaret etmektedir (Ögel, 1985). Bu izler, Türkmen göçlerinin tarihsel ve arkeolojik izlerini taşımakta, Kürt toplumunun bu bölgede ne denli farklı kökenlerden geldiğini göstermektedir.
Dilbilimsel Bulgular
Kürtçe olarak adlandırılan dil, çoğu dilbilimci tarafından Hint-Avrupa (İrani) dilleri ailesi içinde değerlendirilir. Ancak bu dilin, Farsçaya olan yapısal ve morfolojik yakınlığı, onu bağımsız bir dil olarak değil, Farsçanın lehçesi olarak gören birçok akademisyenin görüşünü desteklemektedir (Windfuhr, 2009).
Üstelik Kürt toplumunun kendi içindeki Kurmancî, Sorani, Zazaki (Dımılkî) gibi lehçeler arasında ciddi farklılıklar bulunmaktadır. Bu lehçelerin konuşurları, çoğu zaman birbirlerini anlayamaz durumdadır. Ortak bir yazı dili ve standardizasyonun yüzyıllar boyunca sağlanamamış olması, bu toplumun bir millet olarak değil, çoklu etno-linguistik gruplardan oluşan bir sosyo-kültürel yapı olduğunu göstermektedir (Hassanpour, 1992).
Özellikle Zazaki lehçesinin, Kürt toplumuyla olan bağının tarihsel ve dilbilimsel olarak zayıf olduğu, bazı araştırmacılar tarafından Zazaki’nin Kürtçe değil, bağımsız bir dildir şeklinde tanımlanmasına yol açmıştır (Paul, 1998). Bu da, Kürt toplumu içindeki dilsel parçalanmışlığı ve homojenlikten uzak yapıyı açıkça ortaya koymaktadır.
Osmanlı Devleti’nin doğu vilayetlerinde uyguladığı iskân politikaları, Kürt toplumunun sosyo-coğrafi yapısının oluşumunda belirleyici rol oynamıştır. Devletin amacı, hem Safevî etkisini bertaraf etmek hem de doğudaki sınırları askerî ve demografik olarak güçlendirmekti. Bu nedenle, farklı kökenlere sahip göçebe gruplar, tampon nüfus oluşturma amacıyla, mevcut Türkmen yurtlarına yerleştirilmiştir. Bu süreç, sadece nüfus hareketliliği değil, aynı zamanda kimlik dönüşümü anlamına da gelmektedir.
4.1. İskânın Jeopolitik Amacı
1514 Çaldıran Zaferi sonrasında, Yavuz Sultan Selim’in doğuya yönelik politikalarında dikkat çeken en önemli unsur, Kürt toplumuna mensup aşiretlerin sınır boylarına yerleştirilmesidir. Bu gruplar, Osmanlı merkez otoritesine sıkı bağlılık göstermeseler bile, Safevîler’e karşı sadakatleri nedeniyle “siyaseten kullanışlı” görülmüştür (İnalcık, 1997). Bu çerçevede, Kürt toplumuna yönelik özel fermanlar çıkarılmış; kendilerine geniş hareket serbestliği tanınmıştır.
Bu durum, aynı bölgelerde yaşayan Türkmen aşiretleriyle bir gerilim yaratmış, çünkü yeni gelen topluluklara tanınan imtiyazlar, Türkmen halkı tarafından haksızlık ve dışlanma olarak algılanmıştır. Uzun vadede bu durum, Türkmen nüfusun ya bölgeden göç etmesine ya da asimilasyon yoluyla Kürt toplumu içinde erimesine neden olmuştur.
4.2. Aşiretlerin Dönüştürülmesi
Osmanlı arşivlerinde açıkça görüldüğü üzere, başlangıçta Türkmen olarak kayıt altına alınan birçok aşiret, zaman içinde Kürt toplumu içinde yer almaya başlamıştır. Bu süreçte özellikle vergi muafiyetleri, sürü otlatma serbestliği ve mahalli idare hakları gibi imtiyazlar etkili olmuş; yerel yöneticiler, bu avantajlardan faydalanmak isteyen diğer göçebe grupları da “Kürt toplumu” çatısı altına sokmuştur (Yinanç, 1980).
Bir tür sosyo-politik “kimlik kaydırma” yaşanmış, bu da ilerleyen yüzyıllarda bugünkü etnik tartışmaların temelini oluşturmuştur. Dolayısıyla Kürt toplumunun bugünkü coğrafi ve demografik yayılımı, doğal bir etnik gelişmeden çok, devlet politikaları sonucu şekillenmiş bir yapıdır.
4.3. Osmanlı’nın Pratik Yaklaşımı
Osmanlı Devleti için esas olan, aşiretlerin etnik kökeninden çok, devlete olan bağlılıkları ve sınır güvenliğine katkılarıydı. Bu bağlamda, Kürt toplumuna yönelik politikalar, onları etnik olarak tanıma değil, siyasi ve askerî işlev üzerinden değerlendirme amacı taşımıştır. Yani Osmanlı’da “Kürt” olmak, bir ırkı ya da milleti değil; belirli bir coğrafyada yaşayan, yarı-özerk yaşam süren, belirli sorumluluklara sahip bir toplumsal organizasyonu ifade ediyordu.
Bu nedenle, günümüzde “Kürt kimliği” etrafında yürütülen birçok siyasi söylem, Osmanlı’nın tarihsel perspektifiyle örtüşmemekte, aksine modern dönemdeki kimlik siyasetlerinin bir yansıması olarak ortaya çıkmaktadır.
Günümüzde Kürt toplumu üzerine yapılan birçok siyasi yorum ve tanımlama, tarihsel belgeler ve bilimsel verilerle çelişmektedir. Modern dönemlerde özellikle etnik kimlik siyasetinin yaygınlaşması, birçok topluluğun geçmişteki sosyo-ekonomik ve kültürel konumundan koparılarak, siyasi bir “millet” kimliğine zorla oturtulmasına neden olmuştur. Bu durum sadece Türkiye için değil, Irak, İran ve Suriye gibi çevre ülkeler için de geçerlidir.
5.1. Millet Kavramının Bilimsel Temelleri
Bir topluluğun “millet” olarak tanımlanabilmesi için tarih biliminde ve sosyolojide belirli kriterler söz konusudur. Ortak dil, ortak tarih, ortak kültürel miras, siyasi birliktelik ve arkeolojik süreklilik bu kriterlerin başlıcalarıdır (Smith, 1986). Oysa Kürt toplumu bu kriterlerin çoğunu karşılamaktan........
© Turkish Forum
